Ünlü yazar Garcia Marquez bir kitabında: Yaşlı bir insan, her şeyi unutabilir ama mücevherlerini nereye koyduğunu asla," diyor. Ardından ekliyor: "Değerli olanlar unutulmaz,”

İnsanoğlu yüzyıllar boyunca değerli saydığı bilgileri hep zihninde depolama yoluna gitmiş, klasik anlamıyla ezberlemiştir. İhtiyaç duyduğunda belleğin çalışma sistemini kullanarak onu geri getirme yani hatırlama yolunu seçmiştir. Sanayileşmeyle birlikte teknolojik olanaklar bir bakıma insanoğlunun bilgiyi saklama yollarını değiştirerek, bilgiyi ezberlemek yerine teknolojiyi kullanma konusunda zorlamaya başlamıştır;  çünkü bu görevi teknoloji zaten yerine getirmektedir. İçinde yaşadığımız teknoloji çağında ise her türlü bilgi bir enter tuşu kadar uzağımızdadır.

Teknoloji her gün kendini geliştirirken toplumla olan ilişkisini de geliştirmektedir. Teknoloji okuryazarlığı da işte bu gelişim doğrultusunda genel olarak hem teknolojinin hem de toplumla teknoloji arasındaki ilişkinin birey tarafından fark edilmesi ve teknolojinin öneminin bilinmesi ve kullanılması anlamına gelmektedir. Diğer bir ifadeyle teknoloji okuryazarlığı, kişilerin bilgi ve iletişim teknolojilerini, hayatlarının farklı alanlarında ve başkalarıyla kurdukları iletişimde kullanması için sahip olması gereken vasıflar toplamıdır.

Günümüzde teknoloji dendiğinde yalnızca elektronik buluşlar: cep telefonu, bilgisayar, okullarda kullanılan akıllı tahtalar, yeni üretilen yazılımlar akla gelmektedir. Oysa teknoloji insanoğlunun yaşamını kolaylaştırmak için ortaya çıkmış her türlü yeniliktir; örneğin: yeni yollar, köprüler, barajlar, binalar birer teknoloji ürünüdür.

Teknoloji yaşamımızı kolaylaştırırken, bir bakıma, bireyleri deneyim, uğraş ve zihnini kullanma noktasında da tembelliğe itmektedir. Özellikle günümüzde emek ortaya koymadan her şeyin kendilerine hazır olarak sunulması gençler arasında yaygınlaşmıştır.

Yazar Zekiye Antakyalıoğlu: 1930’larda deneyimin gözden düştüğünü, insanın sanayileşmeyle birlikte, bir keşmekeşe girdiğini, sürekli koşturduğu ve sürekli meşgul göründüğü halde şehir yaşamının ona sanal bir deneyimden başka bir şey vermediğini, hayatın rutinleştiğini, insanın doğadan koptuğunu, makineleştiğini, bir çarkın dişlisine indirgendiği için öznel deneyimlerinin artık anlatmaya değer olmadığım anlatıyordu.

Bugün durum nedir? Deneyim, e-deneyim halini almıştır. İnsanlar artık alışverişe bile gitmeyip; e-çarşılarda zamanlarını geçirmektedirler.  Gençler sinemaya gitmek yerine Netflix; Netfiliks gibi platformları tercih etmekte, özel günlerde çiçek göndermek veya yemek sipariş vermek için iki tık yetiyor. Fiziksel, bedensel hareket gitgide azalmakta ve fareyi tutan, klavyeye yazan parmak ve ekrana bakan gözler dışında hiçbir yerimiz oynamıyor. Tüm dünyamızı kelimeler ele geçirmiş durumda. Ama hep aynı kelimeler: Newspeak! Kelimeler ve anime edilmiş imgeler sarmalında kelimelerle gülüyor, kelimelerle ağlıyoruz ve gerçeklik etkisini artırmak için "emoticon"lar kullanıp ağlayan surat filan yapıyoruz. İmgeler bizim yerimize sırıtıyor, kızıyor ve mimiklerimizin yerin alıyor. Oysa ne gülüşlerimiz gerçek ne de gözyaşlarımız. Bedenler arasında kablolar var artık. Eve, ofise gitgide daha çok hapsoluyoruz. Bilgisayar ortamında eş arıyor, aşık oluyoruz. Macera ruhumuz ise internette sörf yapmaktan ibaret. (1)

Günümüzde gelişen teknoloji meslek seçiminde de ağırlığını ortaya koymuş bulunmaktadır. Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan bu rapora göre, “bugün ilköğretime devam eden ya da başlayacak olan çocukların% 65'i sonuçta henüz mevcut olmayan tamamen yeni iş kollarında çalışmaya başlayacak.” Bu değişikliği etkileyen birçok neden var; bilginin, yeni iş kollarının oluşması, küresel zekânın ve yeni medyanın muazzam küreselleşmesi, son elli yılda elde edilen bilgilerin günümüzde bir iki yılda çoğaltılabilmesi. Bu nedenledir ki mevcut öğrenme yöntemimiz gelecekte artık işe yaramayacak. Teknoloji alanında meydana gelen inovasyonun hızı ve endüstrinin sürekli değişen doğası göz önüne alındığında, eğitim, insanları bilgilendirmek, değişime önderlik etmek, öğrenci ilgilerini yeteneklerini ve beklentilerini gözlemlemek, onların öğrenme farklılıklarını ve mesleki olgunluk düzeylerine uygun alan ve bölümlere yönlendirmek için gerekli misyonu üstlenmek zorundad

Bazen öğrencilere yönelik yapmış olduğum seminerlerde şu soruyu soruyorum. “Hangi mesleği seçmek istiyorsunuz?” Aldığım cevapların çoğu: Doktor, mühendis, öğretmen, psikolog, avukat, savcı vb. Hiç kimse kalkıp, gömülü sistem mühendisliği, yapay zeka mühendisliği, grafik, görsel, dijital tasarımcılığı, hikayeci, editör, kurgucu, diyetisyen, genetik mühendisliği veri analisti, iklim mühendisi" olmak istediğini söylemiyor. Oysa günümüzün en geçerli alanları bunlar.

Sonuç olarak söylemek gerekirse: Dünya biyo teknolojik devrimi konuşuyor; biyolojik devrimle teknolojik devrimin etkileşimine biyo teknolojik devrim deniyor. Teknolojik bu devrimle birlikte artık duygularımız gözlemlenebiliyor. Duygularımızı bizden daha iyi anlayan ve bunu algoritmalara dönüştüren bir güç ve otorite ile karşı karşıyayız. Bundan sonraki yaşamımızı bu gücün yönlendireceği söyleniyor. Gelecekte sınıf içine yerleştirilen sensörler çocukların duygularını ölçüp, bunu bilgisayara aktarıp, onların nelerden hoşlanıp, nelerden hoşlanmadığı tespit edecek, böylece öğrencilerin ilgisini çeken öğrenme ortamlarına ilişkin algoritmalar oluşturulacak; yapay zekâ öğrencinin yerine geçerek, onun çalışmalarını örgütleyip, öğrenmede kolaylık sağlayacağı kanısı gittikçe yaygınlaşmaktadır. Toplum olarak görevimiz: Öncelikle teknoloji okuryazarı bireyler haline gelmeye çalışmak, bu becerimizi de olumlu yönde kullanarak gelişmelere katkı sunmak olmalıdır.

Kaynak: (1) Zekiye Antakyalıoğlu, Roman Kuramına Giriş, Ayrıntı yayınları, 2013, İstanbul