“Benden olan iyi bildiğim kötüler devlette kalsın, benden olmayan kötü bildiğim iyiler gitsin.”

Platon “Devlet,” eserinde iktidarı elinde bulunduranların zihniyetini böyle tarif ediyor.

Kuşkusuz, devleti idare eden iktidar sahiplerinin tümü böyle bir düşünce tarzını benimsemeyebilir, özellikle de ileri demokrasi ile tanımlanan toplumlarda kurumsal şeffaf idare yöntemi olumsuzluklara önemli bir set oluşturabiliyor.

Sözümüz, bugün dahi yani bu görüşü ortaya atan bilgenin yaşadığı çağdan iki bin beş yüz yıl sonra dahi devleti idare edenlerin ilkellikten uzak duramaması.

En acı yönü ise o zihniyetin iktidarlar tarafından uygulamada yer bulması için oluşturduğu iklim.

Neden acı?

Çünkü:

 O iklimin içinde yer alan insan unsuru çoğunlukla küçük hediyeler karşılığında bile; yanlışları, kötülükleri, haksızlığa uğratılan insanların acılarını, etik değerlerin ayaklar altına alınmasını görmek istemiyor. Daha ötesi saydığımız ve çoğaltabileceğimiz olumsuzlukları meşrulaştıran bir çabanın içinde yer almaktadır. Kendilerinden sonraki kuşaklara bir asır dolusu bunalımı miras bıraktıklarının farkında bile değiller.

Devletin ve siyasetin içine tarikat, cemaat, mafya, çete gibi özellikli güçler giriyorsa,

Siyasi kurumların yönetimleri ve devlet yöneticileri bu güçleri fark ediyor ve biliyorlarsa,

Mücadele etmek yerine meşru olmayan güçlere destek olunuyor ve fayda bekleniyorsa,

Anayasal yurttaşlık hakkına sahip aklı başındaki her insan durup düşünmelidir ve şu soruları kendine sormalıdır:

                Devlet nedir, ne işe yarar?

                Siyasi partiler iktidarı neden isterler?

                Mafya nedir? Çete kime denir? Milyonlarca insanın yaşadığı bir ülkede yerleri nedir? Kime, ne yarar sağlar, kime ne zarar verir?

                Siyaset kurumunun başındaki kişiler onları neden korur?

                Hak nedir? Hukuk nedir?

                İçine doğdukları ülkenin güzelliklerinden, zenginliklerinden eşit koşullarda nasıl yararlanmalıdırlar?

                Türkiye, güzel ülkem, karabasanların üzerinde dolaştığı bir ülkeye nasıl dönüştürülüyor?

                Bu işin sonu nereye varır?

                Yüzlerce yıl öncesinde kalmış, akıl erozyonu artığı düşüncelerle, söylemler ve uygulamalar ile bir topluma nasıl yararlı olunur?

                Adına milliyetçilik de deseniz, vatanseverlik de deseniz, yurtseverlik de deseniz, sağ – sol da deseniz, yukarıdaki sorulara akıl döngüsü içinde yanıt bulabilirsek işte o zaman umut ışıkları bir bir parlayacaktır.

                Aksi halde bizleri nelerin beklediği ortada değil mi?

 Cumhuriyet öncesi ve Cumhuriyet döneminde acılar içinde, yarınları karartılmış, ümitleri sislenmiş onlarca kuşak geldi geçti. Çok değil, üç kuşak aydınlık çağa güneş gibi doğan Cumhuriyet’i dört dörtlük demokrasi ile taçlandırabilme adına mücadele edebilseydi, bugün hala asırlar öncesine özgü cahilane söylemlerle siyaseti tutsak durumda bırakmayabilirdik.

Benim adamım, benim yandaşım, benim arkadaşım yerine doğruları,

Çıkarlara dayalı insan ilişkileri yerine yurttaşını koruyan, önemseyen, destekleyen güçlü, adaletli, şeffaf devlet mekanizmasını,

Yandaşa, arkadaşa ülke kaynaklarını serbest bırakma yerine her bir yurttaşına özelliklede alt gelir gruplarına ve geliri olmayan korumasız kesimlere destek mekanizmalarını çalıştırmayı,

Yalanı, talanı, beylik lafları önemsemeyip doğru ve düzgün siyasi iklimi egemen kılmayı,

Eline geçirdiği siyasi parti üst yönetimini kendine göre düzenleyenler yerine özgür, bağımsız, siyaseti bir adım öteye taşıyanlara destek olmayı…

 Başarabilseydik bütün bunları, eminim ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti yurttaşları olarak ne sömüren ne de sömürülen, hakkıyla yaşayan insanlar gibi güzellikleri konuşuyor olacaktık.

                2020 senesinin son aylarını yaşadığımız şu günlerde siyasetin konumu, dili, tutumu, ülkenin yönetim başarısızlığından kaynaklı yalpalama süreci son derece itici bir düzey kaybı olarak karşımızda apaçık duruyor.

                Akıl çizgisinden sapmamış tüm yurttaşlar, hangi siyasi parti olursa olsun, kendilerine yakın siyasi partilerin meşru tabanlarından başlamak üzere siyasetin üzerine yapıştırılmak istenen kiri, pası silmek üzere bireysel olarak katkı sunmalıdır. İnsan unsuru bakımından zayıf düşen siyaset, ne yazık ki, ilerleme sağlayamıyor.

 Bu güzel ülkemize, yaşanan çirkinliklerin bir dirhemi bile yakışmıyor.