Yukarıdaki cümlenin içinde geçtiği “Tutunamayanlar” eserinin yazarı Oğuz Atay Türk edebiyatının en önemli kişilerinden birisidir. Ne yazık ki beyninde amansız beliren bir hastalık onu bu yaşamdan erkenden koparmıştır. Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar, eleştirmenler tarafından, "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı ve devrim" olarak nitelendirilmiştir ve inanılmaz bir dil olarak yorumlanmıştır.  Romandaki “Hayatta, kaçmaya çalıştığınız kişi kendinizseniz, emin olun çokta uzaklaşamazsınız” cümleleri gibi pek çok cümle okuyanları hayrete düşürür ve çoğu kere bu cümleleri yazan Atay’ın nasıl biri olduğunu düşünmeye zorlar.

Eser 1970 de TRT Roman ödülünü, aynı yıl beraber seçildikleri Melih Cevdet Anday (Gizli Emir), Tarık Buğra (İbiş’in Rüyası), Fakir Baykurt (Tırpan), Sevgi Soysal (Yürümek), Demirtaş Ceyhun (Asya), Mehmet Seyda (Yanartaş) ve Abbas Sayar’(Yılkı Atı) ile beraber paylaşmıştır. Tutunamayanlar, alışılmışın dışında bir roman görünümünde olup,  belirli bir olayı sergilemekten çok, izlenimler, çağrışımlar, ayrıntılar ve ruhsal çözümlemelerle doludur.

Kısaca romanın konusu şöyleydi;

“Turgut Özben intihar ettiğini öğrendiği arkadaşı Selim Işık'ın aslında kim olduğunu merak eder. Arkadaşının geçmişine giderek izini sürmeye başlar ve onu tanımak ister. Selim farklılıklarını farklı kişilerde farklı yaşayan biridir. Selimin geçmişindeki kişiler Turgut’a onu tanıtmayı başarırlar. Turgut’un gözlemlerinin sonucunda geldiği nokta Selimi ona şöyle anlatmaktadır. Selim, düşünen ve sorgulayan insanın simgesidir ve bu yüzden ‘tutunamamış’tır”

Kültürlü bir ailenin oğlu olarak 1934 Kastamonu doğumlu olan Atay, İstanbul İnşaat Fakültesini bitirmesine karşın, inşaatla değil, aklının yazıya dönüştürdüğü cümleleri ile ünlü olur. Gençlik yılları karikatür sevdası ile doludur. Dostoyevski ve Kafka en sevdiği yazarlardır ki, onun romanlarının bir tarafı sanki Kafka’nın eserlerine biraz olsun benzemektedir. Bu yazarlara benzer bir tarzda Atay, ilk romanından itibaren bilinçaltı ve bilinçdışı unsurlarına önem vermiş, romanlarında bilinçaltı ile bağlantılı olarak kahramanlarının rüyaları,  önemli bir yer tutmaktadır.  Kaldı ki, sadece Tutunamayanlar da değil,  Tehlikeli Oyunlar ve Korkuyu Beklerken adlı eserlerinde de rüya motifine geniş yer vermiştir.

Oğuz Atay, “Türk milletinin ve halkının evrenselliğine inanan” bir yazar olduğunu sıkça tekrarlamış ve şu cümleler ile cümlelerini zenginleştirmiştir.

“İnsanımıza geri kalmış ya da az gelişmiş değil; fakir düşmüş, yani gücünü kaybetmiş bir varlık olarak bakmak düşünülebilir. Yani, ilkel bir topluluk değil, servetini kaybetmiş soylu bir topluluk denebilir. İnsanımız henüz potansiyelini kullanmamış bir güçtür. Bütün araştırma da bunun nasıl bir güç olduğunu, yani hangi doğrultuya akıtılması gerektiğini, hangi hareketin yaratılabileceğini bulmak içindir: Bu da ancak nasıl bir güç yaratılmış olduğunu ortaya çıkarmakla sağlanabilir.” (Günlükler: s. 240).

Oğuz Atay’ın ikinci romanı Tehlikeli Oyunlar (1973) da düzenle uyuşmayan bir aydının içine düştüğü yalnızlık duygusu ve kendisini intihara götüren bunalımları anlatmaktadır. Romanda bir bilim adamının yaşam öyküsünün yanı sıra Doğu ve Batı uygarlığını özümsemiş, matematikten edebiyata hemen hemen her alanla ilgili aydın bilim adamlarını yetiştirmenin de önemini vurgulamaktadır. Bu romandaki bilim insanı Atay’ın “tutunmayı” başaran biricik örnek kişisidir.

1975’te 1972-74 yılları arasında yazdığı yedi öyküden oluşan Korkuyu Beklerken okuyucuları ile buluştu. Hemen ardından, 1976’da tamamlamaya ömrünün yetmeyeceği Eylembilim’i yazmaya başlamıştır bile.  Oysa bunu tamamlayıp hızlıca diğer projesi “Türkiye’nin Ruhuna geçmeyi beklerken,  ne olduysa 1976 da oldu.

1976 yazında yükselen ateş ve geçmeyen baş ağrıları Oğuz Atay’ın beynindeki iki tümörün anlaşılmasına yol açtı. 22 Aralık’ta Londra’da tedavi gördü Ölüm onu Mecidiyeköy’de bir arkadaşının evinde yakalamıştı. Oğuz Atay banyodaydı ve uzun süre çıkmayınca, ev halkı bu durumdan endişelendi. Ama banyodan gelen ses şuydu: “Sevinmeyin, daha ölmedim.” Aradan bir süre daha geçti ve Atay gerçekten dışarı çıkmadı. Bunlar yazarın son sözleriydi. 13 Aralık 1977’de 43 yaşında, hayatını kaybetti. Hayatı boyunca yalnızlıktan yakınan Oğuz Atay 15 Aralık 1977’de çok kalabalık bir cenaze töreniyle uğurlandı.

Tamamlamaya ömrünün yetmediği Eylembilim adlı eseri için, Günlüğünde’de 8 Haziran 1976’da şunları yazmaktaydı: Eylem bilim diye başlayıp yarım kalan hikayeyi kısa bir roman haline getirmek istiyorum, bir hocanın öyküsü. İki değişik hayat yaşayan bir yarı aydının macerası. İki dünyasında da uykuda gezer gibi yaşıyor. İradesi ile kendine gelebilmek için silkinmeye çalışıyor, davranışları eylem olarak nitelendiriyor. Hayatı bir savaş olarak görmek zorunda kalıyor, saldırılar ve ihanetlerle dolu bir savaş. Ordular, tarihi savaşlar.”

Güzel dolu akla ne olmuştu, tümör nereden ve nasıl gelmişti bu beyne? Bu sorunun cevabını hiç bir zaman Oğuz Atay nezdinde vermek mümkün olamayacaktı.

Londra'da ölüm döşeğindeyken berberine yolladığı mektup onun bütün bir hayatını, sesini kimseye duyuramayışını net bir şekilde ortaya koyuyordu. Mektup şöyleydi: "Sevgili İlhami gönderdiğin kartın beni ne kadar sevindirdiğini bilemezsin. Diyebilirim ki Türkiye'den gönderilen mektuplar içinde en çok senin kartın beni heyecanlandırdı. Ben de burada 'yahu İlhami de beni merak eder' diyordum. Çok sağ ol beni hatırladın."  Türk edebiyatında öncü bir yazar olmasına karşın hak ettiği ilgiyi göremeyen bir büyük edebiyatçının berberinden gelen bir mektuba bu kadar sevinmesi bir yalnızlık örneğiydi.

Bu yalnızlık hissinin nedeni tümörü olabilir miydi? Beyin tümörü ne yapıyordu?

Beyin tümörleri, gliomlar, beyinin destekleyici dokusu olan glial hücrelerde oluşan bir grup tümörü tanımlamak için kullanılan genel bir isimdir. Gliomlar tüm beyin tümörlerinin yaklaşık %30'unu oluşturur ve sıklıkla kötü huyludur yani habistir. Belirtileri beyin tümörlerindeki genel belirtilerdir. Baş ağrısı, nöbetler, mide bulantısı ve kusma olabilir. Yerleştikleri bölgelere bağlı olarak da belirtiler verirler. Epilepsi (Sara nöbeti) bazı hastalarda ilk belirti olarak ortaya çıkabilir. Kişilik değişikliklerine neden olabilirler. Kötü seyirli gliomlar beyin ameliyatı ile çıkarılabilir. Gamma Knife radyo cerrahisi, kemoterapi, radyoterapi gibi çeşitli tedavi yöntemleriyle tümürün yok edilmesine çalışılabilir. Beyin tümörlerinin oluşum nedeni kesin olarak bilinmemekte, genetik yatkınlık, fazla radyasyona maruz kalma tümör oluşumu için bir neden teşkil edebilmektedir. Gliomların ya da diğer beyin tümörlerinin oluşumunu engelleyecek herhangi bir yöntem ya da önlem yoktur. Bu  tümörlerinin çocukluk çağı dahil her yaşta gelişebilir.

Oğuz Atayın beyin tümörünün ne zaman başladığı ne kadar hızlı ilerlediğini bilmek zor ancak son zamanlarındaki davranış değişiklikleri muhtemeldir ki bununla açıklanabilir. Aslında hayran olunan bir sanatı ve dili var iken ve sürekli beynini kullanır iken,  yazarın arızası da burada oluşmuştur. Yani söylemesi belki tuhaf ama tam Oğuz Atay’a göre bir hastalıktır. Çünkü, beyniyle çok oynamıştır. Kelimeleri beyniyle çarpıştırmıştır hep ve beynini çok şaşırtmıştır. Beyninin bozulması aslında onun normalidir. Eşi Pakize Barışta onun hastalığını şöyle ifade eder: "Oğuz'un beyninde tümör var. Oğuz ki beynine ne kadar düşkündür, nasıl oldu bu anlamıyorum, nasıl bir hediye bu." Bu hastalık tam da yerinden vurmuştur onu. Yaşamın ironisi Atay’ın hikayesidir.

Hep beyninde ve aklında yaşayan Oğuz Atay, orada boğulmuştur sanki. Tutunamayanlarda tanımladığı yalnızlığı, küçük bir tümöre dönüşür, beyne yerleşir ve Oğuz Atay'ı yok eder: Tutunamayanlar'da yalnızlığı şöyle tanımlar:

"Önce Kelime vardı,' diye başlıyor Yohanna'ya göre İncil. Kelimeden önce de Yalnızlık vardı. Ve Kelimeden sonra da var olmaya devam etti Yalnızlık... Kelimenin bittiği yerde başladı; Kelime söylenemeden önce başladı. Kelimeler, Yalnızlığı unutturdu ve Yalnızlık, Kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde. Kelimeler, yalnızlığını yaşamasına da bırakmadılar onu. Her yandan kuşatıp saldırdılar. Yendi, yenildi; sonunda gene yenildi Kelimelere, Kelimelerle birlikte açtığı savaşta. Yalnızlık hep oradaydı."

Yazarın yayınlanmış eserlerini, okumayanlara heyecanla öneririm ve tarihine göre sıralamak isterim.

Tutunamayanlar (1972)

Tehlikeli Oyunlar (1973)

Bir Bilim Adamının Romanı (1975)

Korkuyu Beklerken (1975)

Oyunlarla Yaşayanlar (1975)

Günlük (1987)

Eylem bilim (1998)

Yazımın sonunu Atay’ın tümörlü beyninden çıkan ve hayran kaldığım sözlerden biri ile bitirmek isterim.

“Tarih bir tahriften ibarettir. Tarih, geçmişten geleceğe uzanan ve bugün gördüğümüz bir rüyadır. Bütün rüyalar gibi tarih de yorumlanabilir; ama görülürken değil”

Hepinize sağlıklı ve güzel cümleli günler dileği ile…