25 Nisan 2020 tarihli Sözcü gazetesinde bir süredir unuttuğumuz bir isimle ilgili çok direkt olmasa da bir haber gözümüze çarptı. Haber başlığı ve devamı şu şekildeydi;

“Demirel’in manevi oğlu corona virüsünden hayatını kaybetti”

“9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in manevi oğlu 71 yaşındaki Ali Çetin Şener, corona virüsü nedeniyle hayatını kaybetti. Nazmiye Demirel'in kardeşi olan Ali Çetin Şener, Demirel çiftinin çocukları olmadığı için yanlarında büyümüştü.”

Eminim ki,  haberi okuyan ve yaşı 50 üzerinde olan herkesin belleğinde bir anda, 1962-2000 yılları arasında Türkiye siyaset arenasının ana aktörlerinden birisi olan Süleyman Demirel canlandı. Demirel, 40 yaşında Parti Genel Başkanı, 41 yaşında en genç Başbakan unvanı ile ülke için bir ilkleri yaratmıştı. Dahası ülkenin çok partili sisteme geçtiği 1946’dan sonraki dönemde, kurduğu 7 hükûmetle en çok hükûmet kuran siyaset adamı idi. Demirel’in, 1 Kasım 1924 tarihinde Isparta’nın Atabey ilçesine bağlı İslâmköy’de doğmuş olması, ilçenin adının pek çok kez farklı şekillerde kitlelerin akıllarına kazınmasını sağladı. Bu kimi zaman Demirel adı ile yükseldi, kimi zaman rakipleri tarafından küçümsendi. İlköğrenimini İslamköy’de, ortaokul ve liseyi Isparta’da ve Afyonkarahisar’da tamamladıktan sonra İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nden inşaat yüksek mühendisi olarak mezun oldu ve babası Hacı Yahya Demirel’in yeğeninin kızı ve 6 yıllık nişanlısı Nazmiye Demirel ile Aralık 1948 de bir köy düğünü ile evlendi. Düğün 3 gece 3 gündüz sürdü, ancak Demirel düğüne 3. günde yetişebilmişti.

Nazmiye Demirel (önceki soyadı Şener), adı her daim eşinin isminin arkasında kalmıştı. Radyo ve Televizyonlarda hiç göz önüne çıkmadı. O günün eğitim şartları açısından hiçte fena bir eğitimi yoktu, Kız Sanat Enstitüsünü mezunu idi.  Bu eğitimini nasıl değerlendirdi, bu konuda fazla bir bilgiye rastlayamıyoruz. Sadece 2005 tarihli bir gazete haberinde, Romanya’nın son diktatörü Nikolay Çavuşesku’nun eşinin,  Elena Çavuşesku’nun Nazmiye Demirel’i çok beğendiği ve ondan ‘Süleyman Bey’in eşi diğer hanımlara benzemiyor. O, çok şık ve güzel bir bayan’ olarak bahsediyordu ki,  muhtemel günlük zevkleri eğitiminin bir parçası olarak giyim zevklerine yansıyordu.

Evliliklerinde çocuk sahibi olamadılar. Bununla ilgili birçok haber yapıldı, nedenine ait gazete haberleri dışında bir bilgi olmamakla beraber, Nazmiye hanımın çocukluğunda yakalandığı ateşli bir hastalığın buna neden olduğu bilgisi daha çok vurgulandı. Bazı kaynaklar çiftin evliliklerinin başında bir kız çocukları olduğu ancak evlatlarını 2 yaşındayken kaybettikleri bilgisini sızdırdıklarında ise, Demirel konu ile ilgili bir yalanlama yapmamıştı. Bir çocuk sahibi olamaması, Nazmiye Hanım için elbette bir travmaydı, ama ilk ve son travması bu olmayacaktı. Türkiye’nin 9. Cumhurbaşkanı olan eşinin çalkantılı siyasi yaşamı sırasında hep yanındaydı.  Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Mart 1971 muhtırasıyla Süleyman Demirel başbakanlıktan ayrılmak zorunda kalırken Nazmiye Hanım onunla birlikteydi. 12 Eylül 1980 sabahı Demirel, Hamzakoy'a giderken ve eşinin 29 günlük zorunlu ikameti süresince de en büyük destekçisiydi. Ardından Demirel, Zincirbozan'a sürgün gönderildiğinde, gözlerinden akan iki damla yaş çektiği sıkıntıyı belki de ilk kez dışarıya vuruyordu.

Hasan Cemal'in "Türkiye'nin Asker Sorunu" kitabında Nazmiye hanımdan bu anlamda bahsediliyordu. Kitapta Yavuz Donat'ın Süleyman Demirel ile yaptığı bir konuşma aktarılıyor ve 12 Eylül 1980 gecesi Süleyman Demirel ile Nazmiye Demirel arasında geçen bir sohbet okuyuculara sunuluyordu.  Bu yazıya göre Nazmiye Demirel 12 Eylül gecesi darbeye karşı eşine "Demirel teslim olma... Direnişe geç!" diyerek politikaya olan inancını da gösteriyordu.

Kitabın "Önsöz" bölümündeki "Ankara, 12 Eylül 1980" ara başlığı altında ise şu ifadeler görülüyordu; “Darbe haberi Güniz Sokak'a, Başbakan Demirel'in evine ulaşır. Eşi Nazmiye Hanım'ın gözleri yaşlıdır, kocasına der ki: Demirel teslim olma... Direnişe geç!"

Her daim Demirel'in gizli kadın kurmayı oldu. Hatta DYP'nin kuruluşunu an be an izledi. İsmet Sezgin, Necmettin Cevheri ve Yılmaz Ergenekon gibi kurmaylar sürekli Nazmiye Hanım'ı da bilgilendirip moral verdiler. Ancak hiç konuşmadı, çok zorda kaldığında ise, "Süleyman Bey'in yanıt vermesi daha doğru olur" diyerek topu eşine attı. Yasaklı yıllar bitti. Eşi devletin zirvesine oturduğunda bir “First Lady” idi artık. Ancak hiç First Lady gibi olmadı. Duracağı yeri bilirdi. Kendi çevresi ve dostları vardı; evinin kadınıydı ve eşinin işlerine karışmazdı. Hatta eşinin cumhurbaşkanı olarak seçildiği dönemde Güniz Sokak'ta devam etsek olmaz mı, mecbur muyuz gitmeye' diyecek mütevaziliği de gösteriyordu.
Bununla birlikte eşi ile birlikte protokollerde yerini aldı. Demirel'in "Siyasi hayatımdaki en önemli ev sahipliğini yaptım" dediği 16.11.1999'de Clintonlar'ın ziyareti sırasında da ABD'nin first ladysi Hillary Clinton'ı ağırlayan Nazmiye Hanım her zamanki gibi ağırbaşlı ve iyi bir ev sahibesiydi.

Dobralığı, kıvrak zekâsı ve esprileriyle ünlüydü Gazetecilerle uçakta sohbet eden Demirel'in eline vurup 'Yine çok atıyorsun' diyerek etrafa neşe saçıyordu.  Hamzakoy'a giderken de espri yapıyor ve evin boyanması için talimat veriyordu. Diğer taraftan Demirel'in bir gece eve geç gelmesine içerleyip, 'Nereden geldiysen oraya git' deyip eve almayacak kadar kararlıydı. Eve gelen misafir, gazeteci kim olursa uğurlarken ellerine kendi yaptığı gül reçel kavanozunu verdiği konuşulurdu.

Süleyman Demirel’le 1954 de ABD'ye gittiği günlerde Otomobil kullanmayı öğrenmiş ve çok sevmişti. Tüm yurt dışı süresince ehliyeti olmayan eşi Süleyman Demirel’i gezdirdi. Ülkeye döndükten sonra ise çok sevdiği sinema ve tiyatroya gidemez oldu. Görev icabı gittiği seyahatlerden ise hiç hoşlanmadı. Hep kendi evini özledi. Bu belki de gelecekte yaşayacaklarının ilk habercisi idi. Nazmiye Hanım, Alzheimer hastalığı tanısını 2005 yılında aldığında 78 yaşındaydı ve 8 yıl hastalıkla mücadele verdi. Son 4 yılı hastalığın en zor günleri idi, bu kez sıkıntıyı daha çok yaşayan da 65 yıllık hayat arkadaşı Süleyman Demirel’di ve o da 88 yaşındaydı. Eşinin hastane dönemlerinde basından gizli eşini ziyaret ediyordu. Bir keresinde şöyle demişti; "Zincirbozan'a giderken bile bu kadar üzüntülü değildim. Çünkü dönüşü olduğunu biliyordum. Ama şimdi çaresizim, bu çaresizlik büyük üzüntü yaratıyor, hayatımın en büyük darbesini yaşıyorum."

Demirel eşi Nazmiye Hanım için “Bir elmanın iki yarısıydık” der, evine her girişinde söylediği cümleyi, o duymuyor olsa da tekrar ederdi; “Nazmiye ben geldim...”

Eşinin durumu ağırlaşıp doktorların, “Sayın Cumhurbaşkanım gelmeseniz de olur, artık sizi tanımıyor” cümlesine verdiği yanıt herkesi ağlattı: “Ben onu tanıyorum ya...”
Nazmiye Demirel, 2013 yılının mayıs ayında, yaklaşık 4 yıldır tedavi gördüğü hastanede vefat etti ve 49 yıllık çalkantılı siyasi yaşamı boyunca iyi gününde de kötü gönünde de hep yanında olduğu Süleyman Demirel’i ilk kez yalnız bıraktı. Eşinin ve kendisinin memleketi olan Isparta'da toprağa verildi.

Demirel eşinin ölümünden sonra bile Güniz Sokak’taki evden hiç vazgeçmedi; görev süresi bittiğinde ne yapacağını soranlara şu yanıtı verdi: “Güniz Sokak’ta tavuklara bakacak halimiz yok ya; buluruz bir iş”

Demirel politika öğretmenliğini eşinin vefatının ardından yaptığı konuşma ile bir kez daha gösterdi. Yaptığı söyleşi gazetelerde şöyle yayınlandı; “Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, eşinin Alzheimer hastalığına yakalandığını hatırlatarak Alzheimer hastalığının bugünlerde dünyada yaygın bir hastalık olarak görüldüğünü belirtti. Türkiye'de de bu hastalıkla ilgili pek çok şikâyet olduğunu dile getiren Demirel, sözlerine şöyle devam etti. Yaşlanmak değil bu. Yaşlılık hastalığı da değil. Ama genellikle yaşlılıklarda görülen bir hastalık.  İnsanın zihin gücünü sıfıra indiriyor ve hayatı yaşanmaz hale getiriyor. Bilimin ve hekimliğin, kanserden daha tehlikeli, daha ıstırap verici bir sıkıntı olduğunu öngördükleri bu hastalığa karşı daha çok araştırma yapması ve mutlaka beyin hastalıkları içerisinde yer alan Alzheimer’a bir çare bulmaları lazımdır. İnsanlığın Alzheimer meselesi üzerinde, bundan önce çeşitli hastalıklar üzerinde birleştiği gibi birleşmesi gerekir. Nazmiye Hanım 4 buçuk sene hastanede kalmıştır. Elden gelen her şey yapılmıştır. Başkent Hastanesi'nde 4 buçuk sene çok iyi bakılmıştır. Gerek hekimlere gerek hastanenin başhekimine tıp fakültesinin dekanına, rektöre, personele hepsine müteşekkirim, minnettarım. Çok büyük hizmet yapmışlardır. Kolay olmayan bir işi canla, başla başarmışlardır. Ama dünyadaki ömrü bu kadarmış. Takdir-i ilahi böyleymiş, böyle oldu. Biz aslında bir elmanın iki yarısıyız. Kalan yarısı benim, giden yarısı Nazmiye Hanım'dır. Yarın İslamköye gideceğim, orada toprağa vereceğiz. Böylece ebediyete intikal etmiş olacak." Bu sözlerin ardından hastalıkla ilgili bir ekleme yapmak çok gerekli olmayacak düşüncesindeyim. Sevgi ve sağlık ile kalın.