Elagöz; “Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bugüne Baro başkanları hiçbir dönem cübbeleriyle ülkenin başkentine yürümek zorunda bırakılmamıştır. Bu durum ülkemizde artık tuzun koktuğunun en önemli göstergesidir” dedi.

Baro Nedir?

Konunun daha iyi anlaşılması için öncelikle Baro’nun ne olduğunu açıklamakta fayda var. Bilindiği üzere devlet Yasama, Yürütme ve Yargı erki üzerine kurulmuştur. Yargı erki de kendi içerisinde sav (savcı), savunma (Avukat), karar (hakim) olmak üzere üçlü bir mekanizmaya sahiptir. Savcılar Başsavcılığa, Hakimler Adalet Komisyonu Başkanlığına, Avukatlar ise Baro Başkanlığına bağlı olarak görev yaparlar. Hakim ve savcılar devlete bağlı olarak görev yaparlarken, avukatlar görevlerini serbest olarak icra ederler. Aradaki fark budur. Haliyle yargının savunma ayağını temsil eden avukatlar ve onların örgütü olan barolar meslek örgünün ötesinde devletin kurucu erkinin bir parçası, yargı erkinin asli ve kurucu unsuru olan avukatların bağlı olarak görev yaptığı kamu kurumu ve kamu tüzel kişisidirler. Barolar bir STK, dernek, sendika, siyasal parti gibi giriş ve çıkışı kişinin iradesine bağlı yapılar değildir. Baro Başkanı ile İl Cumhuriyet Başsavcısı 1136 sayılı kanuna göre il protokolünde aynı sıradadır.

BARO BAŞKANLARI NEDEN ANKARA’YA YÜRÜDÜ

Konu 05 Mayıs 2020 tarihinde Sayın Cumhurbaşkanı’nın baroların seçim sisteminin değiştirilmesine ilişkin ekranlardan yaptığı açıklama ile gündeme geldi. Arkasından da konu uzun bir süre yazılı ve görsel basında tartışıldı. Tartışıldı ancak neyin tartışıldığı da belli değildi. Çünkü yapılması istenen düzenleme ile ilgili barolara herhangi bir yazılı metin gönderilmediği gibi 30 Haziran 2020 tarihinde teklifin meclise sunulmasına kadar ortada yazılı hale gelmiş bir metin de yoktu. Yaklaşık 55 gün boyunca ekranlardan izlediğimiz kadarı ile konuyu tartıştık. Oysa ki; konunun muhatapları Barolar ve onların başkanları Baro Başkanlarıydı. Anayasamızın 2. Maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin demokratik bir hukuk devleti olduğu yazılıdır ve bu madde değiştirilemeyeceği gibi değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükümler arasındadır. Eğer gerçekten bir hukuk devleti iseniz; hukuk devleti olmanın gereklerine de uygun davranmak zorundasınız. Kanunlar da hukuk devletinin ve demokrasinin gereklerine uygun olarak hazırlanır ve uygulamaya konulur. Yine bir kanunun hazırlanması toplumsal ihtiyaçtan doğar. Toplumsal ihtiyaç da ise kanuni düzenleme gerektiren konuda düzenlemeye konu kesimin talep ve beklentisine dikkat edilir.   Ancak Baroları ilgilendiren ve hatta Türk yargı sisteminin ilgilendiren böylesi hayati bir konuda hiçbir baroya bilgi verilmediği gibi, görüşlerinin dahi alınmasına tenezzül edilmemiştir. Konu yandaş basında her akşam her konuda bilgi sahibi ünvanlı!!! kişilerce ve gazeteci olduğunu iddia eden kişilerce tartışılmıştır. Ekranlara konunun muhatapları Baro Başkanları çağrılmamıştır. Neydi getirilmek istenen düzenleme? “Bir ilde birden fazla baro kurulması, baroların seçim sistemlerinin değiştirilmesi, TBB delegelik siteminin değişmesi, yönetimde nispi temsil” gibi konular tartışılıyordu. Baroları ilgilendiren ve konunun asıl muhatapları baro başkanlıklarının bilgisi dışında gelişen bu durum karşısında basından takip ettiğimiz bilgiler ışığında 19 Mayıs 2020 tarihinde ve sonrasında 01 Haziran 2020 tarihinde 80 baro başkanı ve TBB başkanı olmak üzere çoklu baroya karşı olduğumuzu, yapılmak istenen düzenlemeden vazgeçilmesini, düzenlemeden vazgeçilmesi halinde barolar olarak yeni bir avukatlık kanunun günün şartlarına uygun ve mesleki sorunlara çözüm olacak şekilde baştan sona yeniden düzenlenmesi için görüşmeye hazır olduğumuzu, düzenlemeden vazgeçilmediği takdirde de her türlü demokratik haklarımızın kullanılacağına ilişkin bildiri yayınladık. Bu bildiriler yayınlandıktan sonra da baro başkanları olarak bizler randevu isteyerek başta Sayın Adalet Bakanı olmak üzere aynı gün içinde Kamu Baş Denetçisi ve Mecliste grubu bulunan tüm partilerin grup başkanvekilleriyle mecliste gece yarısına kadar görüşmeler yaptık ve bu görüşmeler de yapılmak istenen düzenlemenin sakıncalarını kendilerine anlatarak bu fikirden vazgeçilmesini, baroların ve avukatların çözüm bekleyen onlarca sorunları varken bu sorunlar çözülmeden böyle bir düzenlemenin getirilecek olmasının gerek Türk Yargı sistemini ve gerekse baroların ve avukatların yeni sorunlarla baş başa bırakılacağını ifade ettik. Ancak yaptığımız görüşmelerden olumlu bir sonuç çıkmadığını görünce de 19 Mayıs ve 1 Haziran bildirilerimize bağlı kalarak demokratik haklarımızı kullanmak zorunda kaldık. 19 Haziran 2020 tarihinde, Eskişehir Baro Başkanı olarak şahsım da dahil olmak üzere 42 baro başkanı kendi şehirlerinden cübbeleriyle Ankara’ya 3 günlük bir yürüyüşe başladık. Amacımız en demokratik yolla iktidarın dikkatini çekmekti. Bu yürüyüş Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk olması sebebiyle önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bugüne Baro başkanları hiçbir dönem cübbeleriyle ülkenin başkentine yürümek zorunda bırakılmamıştır. Bu durum ülkemizde artık tuzun koktuğunun en önemli göstergesidir. Peki yürüyüşün amacı neydi? Çoklu baro sistemine neden karşıydık! Bunun daha iyi anlaşılabilmesi için biraz geriye gitmemiz gerekiyor. Ülkemizde devletin kurucu erki olan yargı her dönem yürütmenin önünde bir engel olarak görülmüştür. Siyasal iktidar yani yürütme erki kendisini denetleyemeyen ve emrinde olması gereken bir yargı sisteminin varlığını aramıştır. Bu kapsamda 2010 anayasa referandumu önemlidir ve bence bu referandum ile Türk yargı sisteminin bel kemiği kırılmıştır.  Fetö elebaşının da işin başında olduğu  “yetmez ama evet” diyen bir kesiminde desteğiyle 2010 anayasa referandumu sonucunda özellikle yargıda çok ciddi değişiklikler yapıldı. Neydi bu değişiklik? Hakim ve savcıların tayin, terfi, disiplin ve özlük ilerine bakan o dönemki HSYK yapısı değiştirildi ve yargıya demokrasi getirileceği süslemesi ile HSYK üyelerinin seçiminde hakim ve savcılara oy kullanma hakkı getirildi. Bu durum yargının avukatlar dışındaki iki süjesi olan Hakim ve savcıların dünya görüşlerinin ortaya çıkmasına ve tarafını belli ederek HSYK üyelerinin seçilmesini sağladıkları bir durumu doğurdu. Bu seçimle birlikte hakim ve savcılar arasında dünya görüşlerine göre kutuplaşmalar ve ayrışmalar ortaya çıktı ve yargının siyasallaşması sağlandı. Fetö bu anayasa değişikliği ile HSYK’yı ele geçirdiği için ondan sonraki süreçte yargı bir maşa gibi kullanılarak her türlü hukuksuzluklar ve devletin önemli kurumlarında görev yapan vatansever insanların başına neler getirildiği hepimizin malumu. Siyasi iktidarın Fetö ile yollarını ayırmasından sonra 16 Nisan 2017 tarihindeki Anayasa değişikliği referandumu ile yargıda yine bir değişiklik yapılarak bu sefer HSYK’nın yapısı yeniden değiştirildi. HSYK şimdi HSK olmuştu ve hakim ve savcıların tayin, terfi, disiplin ve özlük işleriyle ilgilenen bu kurumun tüm üyelerini halihazırda yürütme erkinin başında bulunan Sayın Cumhurbaşkanı belirliyordu artık. Nasıl mı? 13 kişiden oluşan kurulun başkanı Adalet Bakanı ve Bakan yardımcısı kurulun tabi üyesi. 4 üyeyi Cumhurbaşkanı doğrudan atıyor.7 üyeyi de meclis seçiyor. Meclis çoğunluğu Cumhurbaşkanının da başkanı olduğu partide olduğu için aslında tüm kurul üyeleri yürütme erki tarafından atanıyor. Bu değişiklikle de yargı tamamen yürütmenin kontrolünde bir erk haline getirilmiş olmaktadır. Erkler ayrılığı sitemi maalesef tarih oluyor.  Bu durum beraberinde siyasi iktidarın istemediği karar veren hakim ve savcıların derhal görev yerinin değiştirilmesine, sürgün edilmesine, tenzili rütbeye tabi tutulmalarına sebebiyet verdiği için hakim ve savcı bağımsızlığı ve teminatını da ortadan kaldırmakla birlikte yargı mensuplarını yürütmenin bir memuru haline getirmektedir maalesef. Yapılan 2010 ve 2017 anayasa referandumu sonucunda yargının önemli iki unsuru hakim ve savcılar yürütmenin kontrolüne bu şekilde sokulmuştur.   Buradan barolara gelecek olursak! Anayasa referandumları ile hakim ve savcılar üzerinde istediği tasarrufu yapabilecek güce ulaşan yürütme, yargının diğer ayağı olan avukatların ve onların örgütü olan baroları da kontrol altına almak istemektedir. Baro başkanları ve baro yönetim kurulları atamayla değil, avukatların oyu ile seçilen kişilerdir.

Avukatların farklı dünya görüşleri olsa da barolarda siyasileşmiş kişilerin baro başkanı olmasını istemeyen bir yapı vardır. Haliyle seçimler yolu ile kendi ideolojisinde olan kişilerin Baro başkanı seçilmesi ve baro yönetimlerine kendi partizanlarının seçilememesi iktidarı kendi barolarını kurmaya ve bu şekilde yargının son kalan ayağını da kendisine bağlamaya sevk etmiştir. Aslında bu düşünce yeni değildir. Getirilmek istenen ve şu anda yaşlaştırılmış olan düzenleme Fetö’nün devlet içinde en güçlü olduğu dönemde 5 kez önümüze getirilen ancak bir türlü yasalaşamayan bir düzenlemedir.  Burada güdülen amacın demokrasi ile yargı bağımsızlığıyla baroların daha iyi hizmet vermesinin sağlanmasıyla bir alakası yoktur.  Neden getirilmek istenen bu düzenlemeye karşı durduk sorusuna gelirsek; Çoklu baro sistemi ile yargının yürütmenin güdümünde olmayan son ayağı barolarda etnik, siyasi, mezhepsel ayrılmalara yol açılacağı, zaten siyasi baskı altında olan hakim ve savcıların ideolojik temelli kurulan ve   iktidara yakın  baro mensubu avukatlar karşısında adil ve hakkaniyetli bir karar veremeyeceği, doğru karar verilse dahi bu durumun davayı kaybeden taraf içinde şüphe oluşturacağı ve  toplumun adalete olan inancının tamamen yok edileceği, etnik ve mezhepsel ayrışmalara göre kurulacak baroların üniter devlet yapısına zarar vereceği, bir ilde aynı faaliyet alanında birden fazla kamu kurumu ve kamu tüzel kişisinin kurulamayacağı, kamu tüzel kişisinin kurulmasının kanunla olabileceği, iradeye göre 2000 avukatın bir araya gelerek ikinci bir baro kurmasının kamu tüzel kişisinin kurulmasının kanunla olacağı ilkesine aykırı olduğu, bir ilde birden fazla Başsavcılık, Emniyet Müdürlüğü, Büyükşehir Belediyesi vs. gibi kurumların olması mümkün olamayacağından baroların da ikincisinin kurulmasının mümkün olamayacağı, bu durumun anayasada yer alan baroların kamu tüzel kişiliğinden özel hukuk tüzel kişisine evriltilmesi olacağı ve baroları anayasaya aykırı olarak bir dernek, sendika gibi bir konuma getireceği, devletin kurucu erkinin bir parçası olan baroların bu kategoriye bir yasal düzenleme ile sokulamayacağı sebebiyle karşı durduk. Mücadelemizin sadece mesleğimize ve meslek örgütümüzün menfaatine yönelik  bir mücadele olarak algılanmasını da istemeyiz. Çünkü bu mücadelenin tam merkezinde yurttaşımız vardır. Buradaki amacımız hak ve hukukunu mahkemeler önünde savunduğumuz yurttaşımızın siyasileşmiş bir yargıda hak ve hukukuna kavuşamayacağına olan inancımızdır. Bu anlamda yapılan düzenleme doğrudan yurttaşımızı da çok yakından ilgilendirmektedir.  19 Haziran’da Eskişehir’den başladığım Ankara’ya yürüme eylemi 22 Haziran 2020 tarihinde Ankara’ya ulaşmayla son buldu. Ertesi gün yani 23 Haziran tarihinde Ankara’ya değişik bölgelerden gelen ve Ankara’ya farklı noktalardan giriş yapan Baro başkanlarımızla birlikte yürüyüşü toplu şekilde sonlandırmak ve bir seremoni şeklinde Ankara’ya temsili girişi gerçekleştirmek ve oradan Anıtkabir’e Atamızın huzuruna gitmek isterken,  Anayasamızın 34. maddesine ve 2911 sayılı yasaya aykırı şekilde Ankara emniyetinin engellemesiyle karşılaştık. Basına da yansıdığı şekilde bir hukuk devletine yakışmayan bir tavırla bu ülkenin seçilmiş baro başkanlarına  terörist muamelesi yapılmasını, 27 saat  barikatlar altına alınmalarını, fiziki ve psikolojik işkenceye tabi tutmalarını, insani ihtiyaçlarının dahi karşılanmasına izin verilmemesini, yemek yemelerine, tuvalete gitmelerine, yağmur altında bırakılmalarına, Ankara’nın sabah ayazında battaniye almalarına dahi izin verilmemesine sebep olanları önce Allaha, sonra da toplumun vicdanına ve tarihe havale ediyorum. Unutmasınlar, bir gün bunu yapanlar da avukata ihtiyaç duyacaklardır. Eğer bir ülkede hukuku savunan ve hukukun dışına çıkmadan hareket eden, yurttaşın mahkemelerde hakkını savunan avukatların meslek örgütü Baroların Başkanlarına bu muamele reva görülüyorsa sade yurttaşımızın vay haline… Ankara’ya 130 bin  avukatı temsil eden seçilmiş baro başkanlarının  girişinin engellenmesi, düzenlemenin adalet komisyonunda görüşülmesi sırasında bizleri ilgilendiren bir konuda milletin meclisine dahi alınmamamız karşısında, Fetö’nün yapamadığı düzenlemeyi, baro başkanlarını hiç dinlemeden ve hiçbir baronun kabul etmediği, toplumsal bir ihtiyaç olmayan, hatta toplumda ve Türk Yargı Sisteminde büyük sorunlara yol açacak  çoklu baro sistemini mecliste yasalaştırarak tam da 15 Temmuz günü bu yasanın onaylanmasını manidar bulduğumu da ifade etmek isterim. Evet şu anda istedikleri yasayı çıkarttılar. Yasanın İptali için Anayasa Mahkemesinde iptal davası açıldı. Süreç devam ediyor. Türkiye Cumhuriyeti maalesef hukuk devleti olma özelliğini çoktan kaybetti. Geldiğimiz noktada bir kanun devleti dahi olmadığımızı artık bir polis devleti olduğumuzu üzülerek ifade etmek istiyorum.  Sonuç olarak; Kaybedeceksek de sonuna kadar mücadele ederek kaybedelim. Mücadele azminden hiçbir zaman vazgeçmeden yaşayalım. Saygılarımla…

Editör: TE Bilişim