Başarılı sanatçı müzikle uğraşmak isteyen gençlere nasihat vererek; “Mümkünse eğer müziği para için yapmasınlar. Müzikle uğraşsınlar, kendilerini eğitsinler, konservatuvara gitmeseler bile mutlaka nota öğrensinler, bir veya birkaç enstrüman çalmayı öğrensinler. Hayatlarını sadece müzikten kazandıkları paraya endeksleyip müzik yapmak isterlerse birazcık mutsuz olabilirler.  İstediği müziği yapamayabilirler.  Çünkü sanat biliyorsunuz para için yapıldıkça alçalan bir değer aslında. Dolayısıyla para da kazanmak gerekiyor. O yüzden hayatlarını bir güvence altına alıp müziği de para kazanmak için değil belki de sanat için, gerçekten sevdikleri müziği yapmak için çalışıp hayallerini gerçekleştirirlerse daha mutlu olabilirler” dedi.

Müzik hayatınızın hangi döneminde başladı? Sizi tetikleyen ve yönelten neydi? Ailenizin bu konuya yaklaşımı nasıl oldu? Sizi yönlendiren birisi var mıydı?  Bununla ilgili hatırladığınız bir anı var mı? 

-Müzik benim çok küçük yaşlarda hayatıma girdi. Sekiz ya da dokuz yaşında Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi Çocuk Korosuna girmem ile aslında hayatımın yönü bir şekilde belli olmuş oldu. Daha sonra zaten 1990 yılında da Konservatuvara girdim. Beni tetikleyen herhalde insanın içindeki ses oluyor müzik konusunda çünkü bu doğuştan gelen bir şey diye düşünüyorum. O yüzden kime sorsanız bu müzikle profesyonel uğraşan hep çok küçük yaşlarda başlamış oluyor. Tabi ki etrafımdaki öğretmenlerimin de hem koroda öğretmenim Gülsevin Aktan hem Adalet Barut beni müzik öğretmenim beni hep yönlendirdiler. Ailemi de bu konuda yönlendirdiler diyebilirim aslında. Ailem tabi ki müzikle ilgilenmemi hep çok desteklerdi hala da çok hoşlarına gidiyor. Küçük yaşlarımdan itibaren de hep destek oldular ama ben Ankara’ya Konservatuvara gitmek isteyince tabi birazcık çekindiler. Çünkü hem yaşım çok küçüktü hem de yatılı okumak istiyordum. Dolayısı ile çocuğu Konservatuvara yatılı göndermek zor bir karar. Şimdi ben düşününce benim başıma gelse ben ne yapardım açıkçası bilmiyorum. Tabi pek çok hatıram var ama şunu hatırlıyorum. Bir taraftan da Anadolu Lisesi sınavlarına hazırlanıyorum. İlkokulda derslerimde iyi tabi biliyorsunuz dedem de İlyas Küçükcan’da zaten eğitimci bir taraftan onlarda garantiye almak istiyorlar doğal olarak Konservatuvar sınavı Anadolu Lisesi sınavlarından daha sonra. Dediler ki bana; ‘sen Anadolu Lisesi sınavlarına gir kazan ya da kazanma. Tabi kazanırsan bir ihtimal olur elinde. Konservatuvar sınavını kazanamazsam bir sene hazırlık okur İngilizceni geliştirir öyle gidersin.’ Ama benim içimde hiç böyle bir istek yoktu. Anadolu Lisesinin sınavları sabahında annemlerin beni okul bahçesindeki ağaçtan zorla indirip “hadi oğlum sınava gir” diye sınıfa soktuklarını hatırlıyorum. Ben hiç girmek istemiyordum. Girdim ve kazandım. İyi ki de öyle yapmışım gerçekten, Konservatuvar sınavını da kazanınca Konservatuvarı tercih ettim.

Hacettepe Devlet Konservatuarı Viyola Bölümü mezunusunuz. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasında da çalıştınız. Bu süreç sizin açınızdan nasıl geçti?

-Konservatuvardan mezun olduktan sonra hayatımda klasik müzik ile ilgili süreç yaklaşık beş sene kadar devam etti. Okulda Araştırma Görevliliği yapıyordum bir taraftan da üniversite son sınıfta takviye olarak çalmaya başladığım Cumhurbaşkanlığı Senfoni orkestrasında yine takviye eleman olarak konserlerde yer alıyordum. Hem de okulun Akademi Senfoni Orkestrasında çalıyordum. Benim için hem çok güzel yıllardı hem de aslında çok yoğun geçen yıllardı. Çünkü gece çalışmalarımda devam ediyordu, çok yoğun bir tempo okul Senfoni provaları, onların konserleri, haftanın dört beş gecesi yine gece çalışmalarım olduğu için oldukça hareketli bir dönemdi. 

Size en yakın gelen ya da sizi anlatan bir şarkınız var mı? Bunu bizimle paylaşmak ister misiniz?

-Bana en yakın gelen şarkı ya da beni anlatan şarkı ise genelde daha çok insanların kafasında da olan şarkı herhalde “Elveda” diye düşünüyorum. Çünkü şarkı hem çok büyük bir başarı elde etti hem çıkış şarkım hem ilk albümümün isim şarkısı ve hala da en sevilen şarkılarımın başında geliyor o yüzden “Elveda” diyebilirim.

Müzik hayatınızın neresinde?

Tabi ki müzik benim için çok önemli. Ailem ve müzik hayatımın merkezinde olan iki şey. Önceliğim tabi ki Ediz ve ailem, daha sonra da müzik geliyor. Müzik tabi ki benim hem profesyonel olarak para kazandığım ve hem de yapmaktan çok büyük keyif aldığım bir iş. Gerçi ben bu işi hiçbir zaman para kazanmak için yaptığımı düşünmedim. Yıllardır hep içimden geldiği gibi güzel şarkılar yapmaya çalıştım. Özellikle bu pandemi döneminde hissediyorum ki bir şey yapmadığım da ve üretmediğim de mutsuz insan oluyorum. O yüzden müzik hayatımın en önemli iki parçasından biri. 

Türkiye’de sizce sanatçıların en büyük sorunu nedir?

-Türkiye’deki müzisyenlerin pek çok sorunu var. Bunların en başında tabi ki ekonomik zorluklar geliyor. Maalesef bu pandemi döneminde de gördük. Pek çok müzisyenlerin sosyal güvencelerinin olmaması bunun dışında telif hakları ile ilgili büyük sıkıntıların olması hem söz yazarların hem bestecilerin hem yorumcuların. Maalesef burada sistem yurt dışındaki gibi işlemiyor. Dolayısı ile sürekli yaptığınız şeyi aslında bir nevi unutulup gidiyor çöpe atılıyormuş gibi düşünebilirsiniz. Sürekli bir şeyler yapmak zorundasınız bir şeyler üretmek zorundasınız. Müzisyenler geleceğe yönelik bir şeyler hissedemiyor. Bugün iş var yarın yok, önümüzdeki ay ne olacak? Önümüzdeki sene ne yapacağız gibi pek çok problem ve sorularla yaşıyorlar?  Hepimiz o şekilde yaşıyoruz. Bunların dışında kendini ifade edebilmek de çok önemli ve bence bu konuda da büyük sıkıntılar yaşanıyor. Tabi yine aynı şekilde maalesef büyük bir ekonomik sektör olmadığı için pahalı bir iş ama yurt dışındaki gibi biletler satılamıyor, büyük yatırımlar yapılmıyor, albümler satılmıyor. Sonuçta dünyada yapılan işler dünya piyasasına çıkıyor milyonlar milyarlar belki satın alınıyor dinleniyor. Türkiye’de bu daha küçük kesime hitap edebiliyorsunuz. Dolayısı ile işinize yaptığınız yatırım da o denli düşük olabiliyor. O yüzden yurt dışındaki yapılan prodüksiyonlar, yurt içinde yapılan prodüksiyonlara bakıldığı zaman aradaki uçurum büyük.  Bu da sanatçıların en büyük sorunu bence. Çünkü hayallerini gerçekleştiremiyorlar. Müzisyenler hayal güçleri çok geniş insanlardır, hep hayal kurarız biz ve hep daha iyisini yapmak isteriz. Ama özellikle ekonomik sebeplerden dolayı bunları yapamamak bence müzisyenler sanatçıları üzüyor.  

Son dönemlerde üretilen müzikleri nasıl buluyorsunuz? Geçmiş yıllarla kıyasladığınızda bugünkü müziği nasıl görüyorsunuz

Son dönemde yapılan müzik tabi çok değişti yani hem yeni nesil müzik dinleme alışkanlıkları çok değişti hem yapılan müzikler değişti. Bizlerde tabi hep bir 90’lar vardır. Yani o dönemlerde büyümüş insanlar olarak hep bir 90’lar özlemi vardır ve hep bir 90’lar diye konuşuruz ama artık maalesef o dönemler kapandı. Artık öyle sözler ve melodiler ne yazılıyor ne de dinleniyor. Oldukça evrildi aslında müzik. Dünyada da öyle fakat Türkiye’de özellikle dört beş yılda oldukça değişti ve bizlerde ayak uydurmaya çalışıyoruz. Ama şunu da görüyoruz ki o eski tarz yapılan şarkılar, yazılan sözler ya da o melodiler zaten çok iyileri yapılmış. Artık pek fazla dinlemiyor ve dinlemek isteyenlerde o eski şarkıları dinleyerek keyif alıyorlar. Yani her dönem olduğu gibi iyi örnekleri de var kötü örnekleri de var. Ama hangisini tercih edersiniz deseler ben de tabi 70ler, 80 ler, 90 lar o dönemlerin müzikleri bana daha çok keyif veriyor. 

Geçmişe dönüp baktığınızda iyi ki yapmışım ya da keşke yapmasaydım dediğiniz oldu mu?

Yani tabi geçmişe dönüp baktığım zaman çok fazla var. ‘Benim hiç keşkelerim yok’ diyen insan tabi ki var. Hem de o kadar çok var ki keşke hiç yapmasaydım dediğim ama bir taraftan da düşününce yapmış olduğumuz hayatımıza vermiş olduğumuz minicik kararlar bile geleceğimizi etkiliyor. Belki o keşke dediğim şeyi geri dönüp yapma fırsatım olsaydı eminim ki şu anda burada olmayacaktım. Nida ile tanışmayacaktım. Ediz olmayacaktı. Kariyerim belki çok daha iyi belki de çok daha kötü olacaktı. O yüzden açıkçası tam olarak bilmiyorum ama keşke genç yaşlarımda bu işi birazcık daha profesyonelce düşünüp biraz daha ciddiye alsaydım. Ya da gençlik yıllarımda yetenekli olmanın vermiş olduğu bazı şeyler oluyor hayatta insana bir şeyleri kolay yapabilmek aslında çok önemli bir şey olan sanatta disiplini birazcık engelliyor öyle söyleyim. Yani daha disiplinli çalışmayı isterdim. Geçmişe dönüp de iyi ki de yapmışım dediğim şey bu albüm kararını iyi ki de vermişim. İyi ki İstanbul’a taşınmışım. İyi ki kendi şarkılarımı yazmaya ve o şarkıları paylaşmaya başlamışım. İyi ki Nida ile evlenmişim. İyi ki Ediz dünyaya gelmiş gibi iyikilerim tabi ki keşkelerimden daha fazla.  

Motivasyon kaynağınız nedir? Motivasyonuzu yükselten ve düşüren şeylerden bahseder misiniz?

Motivasyon kaynağım tabi ki yine kendimim. Yani kendi kendimi sürekli motive etmek durumundayım bu hayatta. Çünkü yeni bir şeyler yapmam lazım. Bir şarkı çıkartıyorsunuz bazen çok inandığınız, çok güvendiğiniz bir şarkı tutmayabiliyor. “Ya bu şarkıyla biz çok konser yaparız” diyorsunuz ama o şarkı ülkede bazı şeyler oluyor, malum pandemi oluyor, terör oluyor ve ilk bizim sektör etkilendiği için pek çok motivasyonunuzu bozan ve sizi zaman zaman “ya artık yapmayacağım yeter ben başka bir işle mi uğraşsam” dediğiniz dönemler olsa da içinizde ki o müzik aşkı sizi birazcık tetikliyor. Ve daha iyisini yapmak ve hadi o zaman kalk artık düştük kalkacağız, daha iyisini yapacağız gibi şeyler var insanı hayatta tetikleyen. Bir de bazı böyle motive edici sözler de oluyor zaman zaman. İşte hani ‘bir insan düştüğü zaman değil ayağa kalkamadığı zaman yenilir’ gibi bu tarz şeylerde ara ara beni motive ediyor. Tabi ki eski şarkılarımı dinliyorum. Bazen dönüyorum yapmış olduğum işler aslında ne kadar iyi işler olduğunu görüyorum. Onlarda tek kalbini motive edip beni cesaretlendiriyor. 

Hayatınızın dönüm noktası sizce nedir? Spesifik bir olay var mı? Biraz bahseder misiniz?

Bence birçok insanın hayatında bir dönüm noktası var. Sekiz yaşında kalkıp ‘ben koro sınavına gireceğim’ deyip annemler uyurken onları kaldırıp ‘siz gelmiyorsanız ben kendim gideceğim’ deyip o koro sınavına gitmem. O koro sınavını kazanmam aslında hayatımın bir dönüm noktalarından biri. Daha sonra Konservatuvar sınavından çıkıp merdivenlerden inerken jüri birazcık kararsız kalmış, yukardan tekrar bir arkadaşım seslenip beni çağırmıştı. Tekrar sınavıma gelip devam etmiştim. Orada biraz daha hızlı insem ya da beni çağırdıklarını duymasam belki Konservatuvara giremeyecektim.  Şu anda bambaşka bir işle uğraşacaktım gibi gibi insanların hayatında birçok dönüm noktası vardır.  İlk şarkı söylemeye başladığım gün yurttan indiğimde arkadaşım Akça, kantinin önünde oturuyordu ve beni çağırmıştı. “Hadi sen de gel akşam bir iki şarkı söyle senin de sesin güzel” demişti. Mesela ben orda yarım saat belki on dakika ya da beş dakika oyalanıp aşağıya geç insen belki Akça orada olmayacaktı. Hayatında insanların hep böyle çok önemli dönüm noktaları var. Ama herhalde ilk koro sınavına girmek belki de hayatımın akışını değiştiren gündü.

Ülkemizin belki de en örnek alınacak babasısınız.  Evladınız Ediz için söylediğiniz “Biz bir bebek bekliyorduk, Allah bize melek gönderdi” demiştiniz. Baba olma sürecinizden ve Ediz’in gelişiminden bahsedebilir misiniz?

Teşekkür ediyorum tabi ki, ben Ediz’i çok seviyorum. Dolayısıyla da onunla vakit geçirmekten çok keyif alıyorum. Mümkün olduğu kadar iyi bir baba olmaya çalışıyorum. Teşekkür ediyorum öyle diyorsunuz. İnsanlarda öyle diyor ama dediğim gibi bende o kadar çok iyi ve örnek alınacak baba var ki etrafımda gördüğüm tanıdığım. Açıkçası ben de oğlunu çok seven bir babayım. Ben kendimi öyle görüyorum. Baba olmak insanı çok değiştiriyor. Hayata karşı daha duyarlı, daha şefkatli belki sevginin değerini ve kıymetini, anlamını, tarifini daha iyi özümseyen bir insan oluyorsunuz zaman içerisinde. Tabi Ediz’in gelişiminin Down sendromu tanısı ile doğduktan sonra bizi zorlu bir sürecin beklediğini biliyorduk. Hem herkes söylüyordu hem de zaman içerisinde biz gördük. Birazcık daha fazla çaba sarf etmemiz gerekiyor. Hem Ediz’in hem bizim. Ama Ediz’in tatlılığı, Ediz’e olan sevgimiz, Ediz’in iyi olması, sağlıklı olması bütün bu dertleri bize unutturuyor. Ediz şu an altı yaşında, fiziksel gelişim olarak çok iyi gidiyor. Hem kaba motoru hem ince motoru son zamanlarda oldukça güzel gelişiyor. Kasları kuvvetli bu bakımdan çok şanslıyız. Zeki bir çocuk, çok akıllı, çok cingöz konuşma ile ilgili biraz sıkıntılarımız var. Down sendromlu çocuklarında en geç gelişen şeyi konuşma becerileri oluyor. Onunla ilgili çalışmalarımıza devam ediyoruz. Pandemi olmasaydı okulda çok güzel gidiyordu Ediz’in gelişimi ve eğitimi, öğretmenleriyle ve arkadaşları ile olan iletişiminden çok memnunduk. Tabi pandemiden dolayı okula gönderemiyoruz. Bir de Ediz risk grubunda yer alıyor ama hem işte online mümkün olduğu kadar özel eğitimleriyle hem biz evde annesi, ben, babaannesi, dedesi, mümkün olduğu kadar Ediz’e destek olmaya çalışıyoruz. Umarım bu pandemi dönemini atlattıktan sonra tekrar okuldaki ve dışarıdaki özel eğitimlerine devam edecek ve gelişimi de bunla hızlanacaktır diye düşünüyorum. 

Bir Eskişehirli hemşerimiz olarak, kentimizi nasıl buluyorsunuz? İleride bu kentte yaşamak ister misiniz?

-Eskişehir inanılmaz değişti ve gelişti.  Küçüklüğümden bu yana tabi. Küçüklüğüm dediğim kırk sene oldu nerdeyse. Ben kırk sene önce Eskişehir’de doğdum. O zaman altı yedi yaşlarımdayken ya da sekiz on yaşlarımdayken ki halini hatırlıyorum. Ben Ankara’da okurken insanlar sordukları vakit ben Eskişehirliyim demeye utanıyordum. Arkadaşlarımı alıp Eskişehir’e bize getirdiğim zaman utanıyordum. Hem çocuktuk hem de Eskişehir’in durumu çok kötüydü, her yer kazılırdı, her taraf çamurdu. Ama gittikçe gelişen ve güzelleşen bir şehir oldu. Eskişehir Bir kere çok aydın. Üniversiteleri, öğrenci sayısının çokluğu, Yılmaz Büyükerşen gibi çok kıymetli bir Belediye Başkanının yine Ahmet Ataç başkanımız da öyle. Tüm Belediye başkanları açısından bence Türkiye’nin en şanslı şehirlerinden biri. Bunun dışında gerçekten çok aydın ve hoş görülü bir kitle var Eskişehir’de. Yaşayan hem Eskişehirli olsun hem başka şehirlerden okumaya çalışmaya gelen insanlar olsun ister istemez o pozitif havadan etkileniyorlar. Bu da şehre yansıyor. Şehrin güzelliği, sanatla olan, müzikle olan, güzel sanatlarla olan ilişkisi göstermiş olduğu ilgi, yollarının temizliğinden tutunda parklardaki, bahçelerdeki peyzajdan heykellere kadar birçok şeye yansıyor diye düşünüyorum. Açıkçası şu an iş sebebi ile İstanbul’dayız. Ama ‘hangi şehirde yaşamak istersin’ diye sorsalar ileride yaşamak isteyeceğim bir iki şehirden biridir. Neden olmasın tekrar Eskişehir’de olmak, Eskişehir’de yaşamak çok keyifli olur diye düşünüyorum. Tabi buradan sizin vasıtanızla tüm hemşerilerime, Eskişehir’deki aileme, akrabalarıma selamlarımı göndermek istiyorum.

Özgün’ü ve müziğini sevenlere son bir mesajınızı var mı?

Benim gibi tabi müziği sevenlere çok mesaj verebilirim ama şunu söyleyebilirim, her geçen gün ülkemizde müzikle uğraşmak sanatla uğraşmak birazcık daha zor bir hal alıyor. İçimizde bulunduğumuz durum insanlar görüyor. İşte ekonomik sebepler, başka sebepler ama bu içinde müzik aşkı olan hiç kimseyi durdurmamalı diye düşünüyorum. Onlarında motivasyonunu eksiltmemeli. Müzikle uğraşmak isteyen insanlara çocuklara daha doğrusu gençlere verebileceğim en önemli nasihat ya da mesaj şu olabilir, mümkünse eğer müziği para için yapmasınlar. Müzikle uğraşsınlar, kendilerini eğitsinler, konservatuvara gitmeseler bile mutlaka nota öğrensinler, armoni öğrensinler, bir veya birkaç enstrüman çalmayı öğrensinler. şan dersi alsınlar ama hayatlarını sadece müzikten kazandıkları paraya endeksleyip müzik yapmak isterlerse birazcık mutsuz olabilirler, zorlanabilirler. İstediği müziği yapamayabilirler. Çünkü sanat biliyorsunuz para için yapıldıkça alçalan bir değer aslında. Dolayısıyla para da kazanmak gerekiyor. O yüzden hayatlarını bir güvence altına alıp müziği de para kazanmak için değil belki de sanat için, gerçekten sevdikleri müziği yapmak için çalışıp hayallerini gerçekleştirirlerse daha mutlu müzisyenler olabilirler diye düşünüyorum.
 

Editör: TE Bilişim