Ramazan ayı gelir de bir Ramazan yazısı yazılmaz, anılar tazelenmez mi? Her ne kadar Ramazan’ın yarısı olduysa da, bayrama kadar yolu var. Amacım, sizleri hafızalarınızdan tutup da yaşınıza uygun, çocukluk yıllarınıza doğru kısa, beş on dakikalık bir yolculuğa çıkarmak. Umarım mutlu olursunuz, umarım burunlarınızın direklerini birazcık da olsa sızlatabilirim.

Efendimmm eskiden Ramazan ayı gelmeden önce yoğun bir hazırlık dönemi ve telaşı olurdu. İftarlıklar, sahurluklar önceden temin edilirdi. Sahur için; erişte, makarna, yufkalar... iftariyelik olarak da; reçeller, turşular, kuru meyvalar hazırlanırdı. İftariyeliklerin, güllaç paketlerinin dükkan raflarında ya da pazar tezgahlarında yer alması Ramazan’ın habercisi olurdu. Ramazan başladığında sıcak pide kokusu fırınlardan sokaklara, sokaklardan mahallelere taşardı. Sıcak pideler deyince elbette ki, çok eski yıllardaki Sabri Kılıçoğlu’nun fırınından söz etmemek olmaz. Normal zamanlarda en iyi ekmeği pişirdiği gibi, Ramazan aylarında da en iyi pideyi pişirirmiş, büyüklerimizden dinlediklerimize göre. Bizim kuşaktan olanlar ise, pidelerin o nefis kokusunu, çocukluklarında özellikle Hatboyu’ndaki Kanatlı Fırını’ndan, İki Eylül Caddesi’ndeki Uludağ Fırını’ndan çok iyi hatırlarlar. Tatlıcılar deyince de geleneksel Türk tatlılarında, yani şerbetli tatlılarda Başbörekçi’den, sütlü tatlılarda da Mazlumlar Muhallebicisi’nden söz etmemek olmaz. Evde tatlı yapmayanlar iftarlık ve sahurluk tatlılarını buralardan alırlar, daha ramazanın yarısı olmadan bayramlık tatlı siparişlerini de bu dükkanlardan verirlerdi.

Efendim, Ramazan güzelliklerinden bahsederken Ramazan eğlencelerinden söz etmemek olmaz tabii… O yıllarda radyodan başka bir iletişim aracı olmadığı için Ramazanlarda dönemin meddahları ve hacivat-karagözcüleri teravih sonrası camiden çıkan insanlar için kahvehanelerde hazırlıklarını yapar, sahura kadar halkı eğlendirirlerdi. Bir meddahın sahnesinde bir masa, bir sandalye, omzuna attığı bir büyük mendil ve bir baston. Eskişehir’in en önemli meddah, Dünüyle Bugünüyle Eskişehir grubunun kurucularından Yaşar Yastıkçı tarafından (Uludağ Fırını fotoğrafı için kendisine teşekkür ederim.) ramazan başında gündeme getirilen ve devrinin çok ünlü isimlerinden biri olan Edip Özöver’miş. Meddahlar, öykülerine tekerlemeler, şiirler veya kalıplaşmış sözlerle başlar. Genellikle "Hay Hak" ya da "Hak dostum Hak" diye söze başlayan meddah "Sürç-ü lisan ettikse affola" diye sözlerini bitirir, oyundan çıkarılması gereken dersi belirlerdi. Hayali adı verilen sanatkarların kurdukları Hacivat-Karagöz perdeleri de Ramazan akşamlarının çok önemli eğlencelerindendi. O dönemlerde, kış aylarında Odunpazarı’ndaki kahvehaneler bu eğlencelerin ana mekanlarının başında geliyordu. Yaz aylarında ise bu etkinlikler kahvehanelerin bahçelerinde ya da çay bahçelerinde gerçekleştirilirdi.

O yıllarda, mahallelerin mahalle olduğu yıllarda bir komşuluk ve paylaşım güzelliği olan Ramazanlar huşu içinde yaşanırdı. Konu komşu, akraba ve aileleri bereketli sofralarda buluşturan iftarlar yapılırdı.

Her evin küçükleri olarak çocukluğumuzda; iftar beş on dakika kala minareleri görebileceğimiz yerlere çıkar, bir yandan ramazan topunun patlamasını ve hemen sonrasında kandillerin yanmasını sabırsızlıkla gözler, kandiller yanar yanmaz eve doğru koşturup “kandiller yandı” diye haykırarak tüm mahalleye haber verirdik. Eve girer girmez sofraya çöker, çocukluk günlerimizin iftarlarında gönül rahatlığıyla oruçlarımızı açardık.

Sabaha karşı da ramazan davulcuları sokakları tek tek dolaşarak oruç tutan tutmayan herkesi uyandırır, sahura kaldırırdı. Sahur vaktinde radyoda Hayali Küçük Ali’nin sunduğu “Hacivat-Karagöz” piyeslerini neşeyle izledik. Eskişehir'in eski Ramazan günleri bizim zamanımızda huşu içinde yaşanırdı...