Ben İstiklâl Mahallesi çocuğuyum İstiklâl Mahallesi’nde geçti benim çocukluğum. Evimiz Porsuk’a yakın, Adalar Sokak’taydı. Porsuk boyunca oltayla balık tutma hevesimiz de vardı o yıllarda, çünkü Porsuk henüz temizdi, balıklara yetecek kadar oksijene sahipti. Sazan gibi tatlı su balıkları çıkardı…

Balıkçı Adem abi ağ ile balık tutarken büyük bir heyecanla izlerdik, yakalanan balıkları. Çocukluğumuzda bugünkü gibi sefertasına benzeyen apartmanlarda oturmuyorduk. Dut, kayısı, elma, armut, kiraz, vişne gibi meyve ağaçlarıyla donanmış bahçeli evlerde büyümüştük. Bahar olunca akasya ve iğde ağaçlarından yayılan mis gibi kokular sokağımızı sarardı. Yaz mevsiminde dutlar olgunlaşınca mahalle sakinleri toplanır, ağaçların altına çarşaflar serilir ve çocukların silkelediği ağaçlardan dökülen dutlar hep birlikte toplanır, ondan sonra da cümbür cemaat paylaşılırdı. Biz de bacaklarımız yara bere içinde evlerimize dağılırdık.

Şimdiki çocuklar bilmez ama bizler sokak oyunlarının her türlüsünü öğrendik ve keyifle oynadık. Sokaklar tamamıyla bizimdi. Sokaklardan araç geçmez kaldırımlar işgal edilmezdi. Araç sayısı o kadar azdı ki… Keşke bugün de öyle olsa, sokaklar çocuklara kalsa. Topaç ve çember çevirmek apayrı bir zevkti. Yazın akşam saatlerine kadar yakar top, saklambaç ve körebe oyunlarını kızlı erkekli neşe içinde oynamaya doyamazdık. Evlere zorla sokarlardı bizi. Sokak oyunları deyip geçmeyin. O keyifli oyunlarda mücadele vardı, dayanışma vardı, arkadaşlık vardı. En önemlisi samimiyet, paylaşma ve yaratıcılık öğretisi almıştık bu sokak oyunlarından.

Telden arabalar yapar, bilye tekerlekli tornetler üretip becerilerimizi geliştirirdik. Paten ve kızaklarımızı yapmayı ağabeylerimizden öğrenmiştik. Misket oynar, aşık atardık. Uzun eşek, dörtlü takla ve çelik çomak en neşeli oyunlarımızdandı. Kızlar ip atlamada ustaydılar. Kaydıraklı seksekte hep bizi yenerlerdi. Sokak oyunlarında neşe, sevinç ve eğlencenin âlâsını yaşar, evlerimize tatlı yorgunluklarla dönerdik. Basketbola başlamadan önce topla ilk tanışmamız, dalya, istop ve yakar topla oldu. Sokaklar araçlarla işgal edilmemişken mahalle aralarında Japon kalesi kurar, çift kale maçlarımızı buralarda yapardık. Her sokak birer stadyumdu mahallenin çocuklar için. Kan ter içinde maç yapardık. Komşu teyzeler, susuz kalmayalım diye sürahiler koyardı bir bardakla birlikte pencerelerinin önüne. Aynı bardaktan su içerdik, ne birbirimizden mikrop kapardık, ne da aklımıza öyle bir şey gelirdi.

Sadece bu kadar mı?... Hayır! Kesinlikle hayır! Paralarımızı birleştirip kayık kiralardık. Kürek çekmekten ellerimiz su toplardı. Hiç de yakınmazdık. Bir de başka mahalleli çocuklar ile aramızda taşlı kavgalar ya da futbol maçı esnasında didişmelerde olurdu, biraderlerimin biri çok kavgacıydı. Dövdüğü çocukların annesi bizim eve şikâyete gelmeye kalkınca, annemden sopa yememek için evin önünde elinde taşlarla adeta barikat kurar, kimseyi evimize, yani annemize yaklaştırmazdı. İlkokulu, şimdi yerini Gülay Kanatlı Ortaokulu’na bırakan Fatih Sultan Mehmet İlkokulu’nda okumuştuk... O zamanlar servis diye bir şey bilmezdik, zaten okul da mahallenin karşısındaki caddedeydi. Kızlı erkekli toplanıp hep birlikte okula giderdik.

Komşuluk sadece dilde değil, yürekte de vardı. Evin küçük kızı gündüzden komşuya gönderilir “Bir manisi yoksa annemler bu akşam size gelecek” denirdi. Akşamları da komşular birbirine çocuklarıyla birlikte giderdi. Büyükler ayrı odada sohbet ederken biz çocuklar aramızda “isim şehir“ gibi kağıda yazmalı oyunlarla karşılıklı olarak hem bilgilerimizi yoklar, hem de doyasıya eğlenirdik. Mobil telefonları sadece James Bond filmlerinde görmüştük. Jeton alıp sıra beklerdik telefon etmek için. İnsanlar daha mı az yorgundu ne? Otobüslerde büyüklere ve hamilelere yer verilirdi. Radyo dinlerdik, ufkumuz genişlerdi. Kimliğini bir türlü çıkaramadığımız ve tabii bin türlü canlandığımız "Yuki" ile şenlenirdi evler. O zamanların şimdiki adıyla en ünlü şovmenlerinden biri olan Orhan Boran Çarşamba akşamları radyoda “Orhan Boran ve Yuki” programını yapar, biz de onu taklit etmeye çalışırdık.

Radyo Tiyatrosu, 16 Soru Bilgi Yarışması, Türk Sanat Musikisi, Muzaffer Akgün’le Yurdumuzu Geziyoruz, Yurttan Sesler programları vazgeçilmezdi herkes için. Hele ki, mahalle esnafının sabahın erken saatlerinde adeta kalk borusu gibi radyolarının sesini iyice açarak mahalleyi uykudan uyandıran Türküler ve Oyun Havaları programları… Her sabah dükkanının kapısını açar açmaz eline ibriğini ve süpürgesini alıp dükkanının önünü temizleyen o harika esnaf amcalarımız. O yılları geçti artık bizim gibi yaşları ilerleyen neslin. Yaşadığımız binlerce gerçek ve kurduğumuz binlerce düş vardı. Savrulduk hepimiz bir yerlere. Sadece elimizde bir avuç değerler manzumesi ve mutlu çocukluk anılarımız kaldı. Şimdiki çocuklara göre, belki biraz cahildik ama çok daha mutlu ve çok daha özgürdük.