Bundan tam 2500 yıl önce, Yunan filozofu Heraklit, “Aynı nehirde iki kez yıkanmak mümkün müdür?” diye sormuştu. Günümüzün baş döndürücü, bir o kadar da heyecanlı ve tempolu değişimi karşısında, “Aynı nehirde acaba bir kez yıkanmak mümkün müdür?” sorusunu sormanın zamanıdır diye düşünüyorum.  Öyle bir çağdayız ki; adı teknoloji çağı olan bu zaman diliminde yaşadığımız sorunları, sanayi devriminin düşünme sistematiğiyle çözmemiz pek de olanaklı değildir. Kurumlar ve bireyler eski alışkanlıklarıyla yolculuklarını sürdürmeyi bırakıp yeniçağa ayak uydurmalı, geleneksel yollardan ilerlemek yerine kendilerine yeni yollar bulmalıdırlar. Bunun için de farklı ve sıradan düşüncelerden uzaklaşmak gerekmektedir. Farklı, özgün, yaratıcı fikirleri ortaya koymak, sıradan ve sürüden ayrılarak sıra dışı olmakla mümkündür. Bu da, bireylerin, kurumların, sistemlerin birbirine benzediği bir dünyada fark yaratabilmekle olanaklıdır. Ne iş yapıyor olursak olalım, eskimiş bilgilerimizle yaşamımızı sürdürme şansımız ne yazık ki kalmamıştır. Bilgi ve iletişim teknolojisindeki hızlı değişim ve dönüşümler bizi yeni arayışlara, yeni yollara sürüklemekle kalmayıp, yeni yollar keşfetmeye zorlamaktadır, eğer bunu yapmazsak ne yazık ki acı son kaçınılmaz olacaktır. Bunun içindir ki, arayışlarımız sürekli bilgi üreten yöntemlere yani öğrenme yöntemlerine odaklanmaktadır.

Dünya değişiyor, ürünler hizmetler ve müşteri profilleri değişiyor, okullarda iş dünyasında değişen bu ortamda fark yaratanlar ve strateji geliştirenler ön plana çıkıyor, başarı için işin sırrı bu; farklılaşmak gerekiyor. Bütün işletmeler, kurumlar oturup günlerce kafa yoruyor, herkesin amacı aynı yeni pazarlar satış ve kar…  Özel okullar öğrenci, marketler tüketici, sinemalar izleyici, yayıncılar okuyucu peşinde.

Yeni pazarlama stratejisi artık bir değer yaratıp bunu tanımlamakla başlıyor. Yani Müşterinin zihninde olan ne, adını koyamadığı ürün-hizmet ne?  Neye ihtiyaç hissediyor/hissedebilir? Bunu bulup tanımlamakla işe başlanıyor.

Artık iş dünyası taklit ederek bir yerlere varılamayacağını anladı. Taklit sadece bir birine benzeyen taklit ürünlerin devamını sağlıyor; oysa Seth Godin’in de ifadesiyle “mor inekleri” bulmak gerekiyor. İşte bu noktada inavasyon devreye diriyor. İnovasyon: Farklı, değişik yeni fikirler geliştirip, bunları uygulamak anlamına geliyor. Artık iş dünyası, okullar, hizmet sektörü rekabetin kızıştığı günümüzde yeni özgün değişik fikirler üretip bunları hayata geçirmek, var olan pazardan pay alma yerine “yeni pazarlar” oluşturma stratejisi içinde olmak zorundalar. Bu da yenilikçi, değişime açık bir kurum kültürü ortaya koyup, insan kaynaklarının eğitilmesi ile mümkün. 

Büyük bir firma ayakkabı satmak için bir elamanını, Afrika’ ya gönderir. Satış danışmanı şirketi telefonla arar ve “Burada kimse ayakkabı giymiyor, ben geri dönüyorum” der. Bir başka firma da aynı yere bir satış danışmanı gönderir. Satış danışmanı şirketi arar ve “Burada kimsenin ayakkabısı yok. 5000 çift ayakkabı daha gönderin” der.  Fark açık, başarımızın arkasında insan kaynaklarımızın yaratıcı, analitik ve pozitif bakış açıları yatar. Neden iş dünyasında son yıllarda hep “Yaratıcı, analitik düşünen takım arkadaşları arıyoruz” ilanlarına sıkça rastlıyoruz? Daha çok satmak, daha çok hizmet üretmek, işimizi daha iyi ve kaliteli yapmak için değil mi?

İnovasyon için önce derin sulara dalmak gerekiyor. Su yüzünde olanlar herkesin bildiği şeyler. Belki de suyun derinliklerinde, yüzeyde göremediğimiz güzellikler var.  Derinlere dalmadan önce “su korkusunu yenmek” gerekiyor.  Bu da cesaret, risk ve yaratıcılıkla mümkün, ardından yüzme derslerine başlamak gerekir. Su çok soğuk olabilir, hiç kimse soğuk bir suda yüzmek istemez.  Suya önce liderler girmeli,  suyu ısıtabilmeli, projeye bağlı kalmalı ve bu bağlılıklarını göstermelidirler. Yönetim her şeyi hazırladı, suyu da ısıttı, buna rağmen birçoğu suya girmek istemiyor. “Şu anki konumumdan mutluyum, rahat alanlarımda huzurluyum, neden farklı bir şey yapayım ki?” diye düşünüyor olabilirler. Çalışanlara, rahat alanlarını genişlettikçe risk aldıkça yaşamın daha da anlamlı olduğu anlatılmalı, değer verilmeli, yalnızca beyinlerine değil, yüreklerine giden yol ya da yollar bulunmalıdır. Unutulmaması gerekir: Beyinlere ve yüreklere seslenen yöneticilerin izleyenleri daha çok olur.