Merhabalar Şansın Hanım. Dergimize hoşgeldiniz. Hem bir Tıp insanı hem de sanatçı olarak sizinle sohbet etmek ve sizi okuyucularla buluşturmak harika bir duygu. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Nerelerde büyüdünüz? Ailenizden bahseder misiniz bizlere?

Merhabalar Cem Bey. Ben de derginize konuk olduğum için çok mutluyum. Ben Dr. Şansın Tüzün. Ancak müzikal kimliğim bu isimle bulunamıyor pek çünkü sahne adı olarak kullandığım isim ChanCé ve tüm şarkılarım bu isimle kayıtlı. Bu Amerika’da yaşadığım dönemden kaldı. Ben de doktorluk ve müziği farklı kimliklerle yapmak istediğimden bir şekilde işime geldi. Aileme gelince, biz aslında tipik bir cumhuriyet ailesiyiz, babam ziraat yüksek mühendisi, annem öğretmen. Babam bürokrat olduğu için çocukluğumuzda sık sık taşınırdık. Okulumun birinci dönemini bir şehirde, ikinci dönemini başka şehirde tamamladığım olurdu. Parantez içinde belirteyim; her iki dönemde de takdirname alırdım. Çocukluğum uzun bir süre tek çocuk olarak ve sevgiye fazlasıyla doyarak geçti. Genç kızlık yıllarım Edirne’de geçti. Belki de o nedenle Balkan müziğine bu kadar yakın hissediyorum kendimi. Öte yandan yazlarım Antakya’da dedemlerin taş evlerinde geçerdi. Müziğimdeki çeşitlilik sıklıkla soruluyor bana; bence bunda yaşadığım farklı bölgelerin ve kültürlerin etkisi çok büyük. Zaten ülkemiz dev bir mozaik ve ben de bu mozaikten nasibimi bolca aldığım için şanslıyım doğrusu.

Müzik ile ilginiz ne zaman başladı? Çocukluk yıllarında bu ilgi belirgin miydi? Sizi yönlendiren oldu mu?

Müziğe ilgim gerçekten çocukluk yıllarımda başladı, ancak icraatı daha geç, yani tıp kariyerimi tamamladıktan sonra oldu. Müzik aşkım annemden geliyor diyebiliriz. Annem bir sopranodur ve genç kızken ‘Ses Kraliçesi’ seçilmiş.  Dolayısıyla beni müzik kariyerimde en çok destekleyen kişi annemdir, hala da öyledir. Ben bazen malum koşullardan dolayı “müzik yapmak delilik kafasına girip vaz geçme noktasına geldiğimde, hemen beni fabrika ayarlarıma geri döndürüyor. Bestelerimi ilk dinleyen kişidir. Bu arada Tıp kariyerimi destekleyen kişinin ise babam olduğunu söylememe gerek yok herhalde.

Müzisyenliğinizin yanı sıra aynı zamanda siz de bir yazarsınız. Özellikle öykü yazarısınız diyebilir miyiz? ‘’İstanbul’un Azizesi’’ sanırım ilk öykü kitabınız. Bundan bahseder misiniz bizlere? Kaç yaşında yazmaya başladınız? Ve bu yazarlık sizi ‘Ömer Seyfettin Öykü Yarışması’nda birinciliğe kadar götürdü. Bu süreci anlatır mısınız bizlere?

Yazarlık için benim ilk hayalimdi diyebiliriz. Tür olarak öyküyü tercih ediyorum evet. Aslında öykü yazmak roman yazmaktan daha zor; çok kısa ve yoğun olarak anlatmanız lazım hikayenizi. Ben zaten genel olarak fazla uzun yazmayı (ve hatta konuşmayı da) sevmem. Bu nedenle öykü hem yazmaktan hem de okumaktan zevk aldığım bir tür, özellikle Amerika’da ‘short short’ denilen kısa öyküler tarzında. Tıp fakültesinde okurken Cumhuriyet gazetesinde ve bazı kadın dergilerinde yazılarım çıkardı. Havanalı İsa gazetedeki derlemelerimi topladığım ilk kitabımdır. Sonra İstanbul’un Azizesi ve Amerika’da ChanCé adıyla yayınlanan ‘The Saint of Istanbul’ un imza günü Los Angeles’da yapılmıştı; bende çok hoş anıları vardır… Ömer Seyfettin Öykü Ödülü’nü ise 2005 yılında ‘Cumhuriyet Çiçeği’ öykümle almıştım. Cumhuriyetin ilk yıllarında, bir fotoğrafçının Feriha adlı bir genç kızla kurduğu platonik bağı anlatıyordu. Böyle bir öykü ustasının adına verilen ödülü almanın beni o zamanlar hayli kamçıladığını anımsıyorum. Belli ki ‘İstanbul’un Azizesi’ kitabım o motivasyonla yazıldı. Yazmak, en azından benim için biraz inziva durumu gerektiriyor ve o koşulları şu anki akademik yoğunluğum ve müzik çalışmaları içinde oluşturmam zor gözüküyor. Bu nedenle edebiyat çalışmalarıma son yıllarda yeterince vakit ayıramıyorum. Ama içimden bir ses ilerde kitaplar yazmaya devam edeceğimi söylüyor.

Müzik piyasasında haklı başarılarınız var. Bunlardan biri de Gelibolu Ağıtı. Bu proje nasıl şekil aldı. Bu proje ile geniş kitlelere ulaştınız. Bundan bahseder misiniz?

Gelibolu şarkım benim için çok özeldir; misal Ray Charles için Georgia neyse, benim için Gelibolu odur. Bunun Türkçe ve İngilizce versiyonu var. Avustralyalı müzisyen Adam Dunning ile bir şekilde yollarımız kesişince, Gelibolu projesini hayata geçirmeyi önerdim. Kendisiyle hem Gelibolu hem de onun bestesi olan Ordinary şarkısını seslendirdik. Ordinary de hem klip hem single olarak geçtiğimiz aylarda Avustralya yapımı olarak çıktı. Bu arada düşündüm de bu yıl oldukça verimli geçmiş; 4 şarkı, 3 klip

’Middle East’’ Orta Doğu barışı için yaptığınız bir beste sanırım. Bu ilk besteniz mi? bu beste nasıl ortaya çıktı? Başka beste ya da bestelenen sözleriniz var mı?

Middle East aslında ilk bestem değil, ama ilk çıkardığım single ve video klibi, diğer bir değişle ilk prodüksiyonumuz diyebilirim. Bu şarkı tamamen kalbimden döküldü; sözü ve müziği birlikte. Bende genellikle önce nakarat çıkar; Middle East’te de öyle oldu, bir anda “Ortadoğu’ya Gidiyorum, Demir Yumruğu Açmaya” diye başlayan bölüm çıktı. Şarkı bitince Orta Doğu barışına adamaya karar verdim ve baba ocağım Antakya’nın Medeniyetler Korosu ile kayıtları ve klip çekimini gerçekleştirdik. Seslendirdiğim şarkıların çoğunun sözü ve müziği bana, düzenlemeleri ise genellikle Çağrı Kodamanoğlu’na ait. Ancak Adam Dunning, Goran Bregovic, Tansel Doğanay, Eser Taşkıran ve Yinon Muallem gibi değerli müzisyenlerle de çalıştım. Bazı anonim şarkıları Türkçe’ye uyarlamak hoşuma gidiyor; Bregovic’in müziğine ‘Hıdırellez ve Avare’ yi yazdım. Bu yıl çıkardığım ‘Sevdiceğim’ ise eski bir İbrani şarkısı olan Shecherhoret’ in Türkçeye uyarlamasıdır. Şarkının son bölümünde Yinon Muallem İbranice ben Türkçe olarak birlikte söyledik. 

Siz aynı zamanda bir Tıp Profesörüsünüz. Fizik Tedavi alanında önemli çalışmalarınız var. Kendi alanınızda da müzikle tedavi yöntemi var mı? Böyle bir bilimsel çalışma var mı?

Ben tıp çalışmalarımı müzik çalışmalarımla birleştirmek yerine, tam tersine olabildiğince ayrıştırmaya çalışıyorum. Müzikoterapi ise tıptan bile daha önceden uygulanan, Türklerin tarihinde İbn-i Sina’dan beri özellikle psikiyatrik hastalıkların tedavisinde kullanılan bir yöntem, farklı bir uzmanlık gerektiriyor. Ancak ben branşım gereği ağrılı hastalar ile ilgileniyorum. Müzik hastalarımla aramdaki iletişimi kolaylaştırıyor. Çoğu muayeneye gelmeden internetten şarkılarımı dinlemiş oluyor. Bu da aramızda kolayca bir sıcaklık ve samimiyet oluşmasını sağlıyor ki bu doktor-hasta ilişkisinde çok önemlidir.

Müzik, Tıp ve Yazarlık. Bu üç alanda da hatırı sayılır başarılarınız var. Bu başarıların sırrı nedir? Her biri farklı dal gibi görünse de birbirinin içinde midir? Ortak payda da nasıl buluşturuyorsunuz bunları?

Çok teşekkürler bu güzel sözleriniz için. Aslında müzik ve edebiyat birbiriyle iç içe geçmiş diyebiliriz. İngilizcede storyteller diye bir terim vardır ya, aslında ben müzikte şarkılarımla, edebiyatta da öykülerimle hikâye anlatıyorum. Evet, tanrı vergisi bir sesim var, ama eğer kendi şarkılarımı yazmıyor olsaydım, müzik yapmaya bu kadar hevesli olmazdım. Doktorluk ise benim, gün geçtikçe iyi ki seçmişim dediği mesleğim. Ayrıca yoğun bir akademik hayatım var; kongreler, konuşmalar, asistanlarım, öğrencilerim… Ama hiç şikayetçi değilim, bütün bunlar beni besliyor. Düşünüyorum da 7/24 müzik yapsam bu kadar mutlu olmazdım. En güzelini üstat Çehov söylemiş; Tıp nikahlı karım, edebiyat metresim.’ Aradan geçen onca zamana karşın bir şey değişmemiş; ben de hastanede yorucu bir günün ardından tıpkı bir sevgilinin kollarına koşar gibi stüdyoya şarkı söylemeye gidiyorum. Hele bir de konser varsa, uçarak.

Son dönemde çıkan yeni şarkınız ‘’Kısrak’’ çok güzel, ben çok beğendim. Sözü ve bestesi size ait mi? Bu çalışmanızdan bahsedelim birazda. Bunun ilhamını nereden aldınız? Klip çok etkileyici olmuş. Detayları siz mi belirliyorsunuz kliplerinizde?

Benim söylediğim şarkılar üç farklı koldan gidiyor; birincisi vokal performansım ve yorumumu ortaya koyduğum, Azeri ve diğer dünya müziği örnekleri gibi anonim eserler, ikinci kol; Middle East, Gelibolu, Adım Kadın gibi proje şarkıları, üçüncü kol ise tamamen kalbimden kopup gelen şarkılar… İşte son şarkım Kısrak bu sonuncu gruba giriyor. Sözü ve müziği bana, düzenlemesi Çağrı Kodamanoğlu’na ait. Her aşkın ilk dönemindeki tatlı telaş ve heyecanları anlatıyor. Hani ilk buluşma öncesi, ayna karşısında onu giyersiniz, bunu çıkarırsınız, takıp takıştırırsınız, bir bakarsınız süslü bir kısrak oluvermişsiniz. Kliplerime karışmadan edemem tabii ki; hatta bu nedenle yönetmenler çok çeker, montaj odasına mutlaka girmek isterim falan. Klibi genç yönetmen Onur Ögden çekti; akustik diye başladık ama biraz hibrit bir çalışma oldu. Beğendiğinize sevindim.

Gelecek yıllarda müzik adına yeni projeleriniz var mı? Konserlerinizi planladınız mı? Sizi izlemek ve dinlemek isteyen hayranlarınızla nerelerde buluşacaksınız? Eskişehir’de konser planı var mı?

Müzik adına projeler hiç bitmez. 2022 yılında Gelibolu projemizle Avustralya ve Yeni Zelanda’da konser programlarımız var. Bir de benim hep hayalim New York Carnegie Hall’da bir konser vermek, ama bu 2023 yılının projesi. Gelecek Haziran’da Londra’da bir dinletimiz olacak. Biz konserlerimizi daha çok önümüzdeki yıl için planlıyoruz, ama Eskişehir için belki bir ayrıcalık yapıp yılsonuna doğru sürpriz bir konserle gelebiliriz.

Eskişehir’e hiç geldiniz mi? Neler söylemek istersiniz Eskişehir ile ilgili?

Gelmez olur muyum hiç? Eskişehir benim için çok özeldir; babamın bürokrat olması nedeniyle çocukluğum farklı şehirlerde okuyarak geçti ve bir dönem kadar Eskişehir Cumhuriyet Lisesinde okuma şansım oldu. Vişnelik mahallesinde oturmuştuk, ama dediğim gibi çok kısa bir dönem. Onun için Eskişehir’in tadını aldım, ancak doyamadım. Halen Osmangazi Üniversitesi, Ağrı Bilim Dalından, Sevgili Prof. Dr. Sacit Güleç Hoca ile ortak çalışma ve toplantılarımız devam ediyor. Ve tabii ki Eskişehir konser listemde ilk sırada yer alıyor.

Editör: TE Bilişim