İskender Bey, bize kendinizden bahseder misiniz? Nerede doğdunuz? Müzikle ilginiz ne zaman başladı kim keşfetti ya da sizi müziğe yönlendiren oldu mu?

27 Temmuz 1951 yılında Manisa'da dünyaya geldim. Müzikle ilgim çok küçük yaşlarda başladı. Ailemin bu konudaki katkısı benim için çok önemlidir. Annem TRT İzmir Radyosunun imtihanını kazanmış ama babam o zamanki imkansızlıklar ve anlayış yüzünden annemin İzmir Radyosuna devam etmesini istememişti. Aralarındaki sohbetlerde dile getirildiği için bu konuya deyindim. Bu özellik benim örnek aldığım, rol model olarak hayatıma geçirdiğim, müziğin bendeki atası olmuştur. Bazı hafta sonları, dost meclislerinde, bir arkadaş evinde toplanarak, İzmir Radyosuna katkı veren, Manisa'da yetişmiş saz üstatlarının eşliğinde meşk edilirdi. Aile dostlarımız tek tek ve koro halinde şarkılar söylerdi. Bu oluşum, benim sanat konusundaki ilk deneyimlerimdir. İlkokuldayken enstrümanımı kendim yapmıştım. Düz bir tahtaya çaktığım karşılıklı çivilere misina gerip geliştirdiğim müzik aletiyle bir de beste yapmıştım. "Çakvın Kalbimi Çaldın" Bu bestemle, apartmanımızda oturan komşumuz Nermin ablamın kapısını çalıp, kapının önünde bu şarkımı söyleyip, yurt dışından gelen çikolatalardan bana ikram edişiyle bu benim ilk profesyonelliğimdi.

1969 yılında liseler arası müzik yarışmasıyla gelen birincilik müzik hayatınıza nasıl yön verdi? Yarı profesyonel olarak müzik hayatınıza başlamış olarak kabul edebilir miyiz sizi? Yarışma öncesinde müzikle ilgili çalışmalarınız nasıldı? Aileniz, müzikle ilgilenmenizi destekledi mi?

1969 yılında, liseler arası müzik yarışmasına Manisa lisesi olarak katılma kararı aldık. Müzik öğretmenim "Hatice Perinçek” daha önce kurduğumuz amatör orkestramızdan haberdardı. O zamanlar Manisa'da orkestradan anlayan tek bir kahraman vardı “Selahattin Pastacı” Öğretmenimiz Hatice Hanım kendisinden ricacı oldu ve Selahattin abimiz bizlerle çalışmayı kabul etti. Lise orkestramızı kurduk. Provalara başladık. Ben basgitar çalıyordum. Tek derdimiz solistimizdi. Birçok arkadaşımızı tek tek deniyorduk. Hatalı söylediklerinde derhal yardım etmek için müdahale ediyordum. Müzik öğretmenim bir gün aradığım solisti buldum deyince tüm orkestra, sessizlik içinde, o ismi duymak için bekleyişe geçmiştik. Öğretmenimiz o solist ‘İskender Doğan’dır deyince heyecandan bayılacak gibi oldum. Bu solist olmanın sevinci değildi. En önde olmanın korkusuydu. İtiraz etmek istedim ama beni hemen susturdu. ‘İtiraz istemiyorum, solistimiz sensin’ dedi. Yarışma kurallarına uygun iki şarkımız vardı. Biri Aphrodittes Child gurubunun solisti Demis Roussos'un söylediği  "Rain and Tears" ve kendi derlememiz, Manisa'lı Haydar Bayçın'nın bestesi, bir Manisa türküsü olan "Baylan Cemile" ile çalışmalarımızı sürdürdük. Hiçbir iddiamız yoktu. Rakiplerimiz İzmir, İstanbul, Ankara'dan gelen, her türlü imkana ve sosyal katılımlara alışkın liselerdi. Biz korku içindeydik. Cumartesi günü başta öğretmenlerimiz, orkestramız ve destek gurubumuzla Manisa'dan trenle İzmir Alsancak kapalı spor salonuna geldik. Salonda binlerce kişi vardı. Hıncahınç doluydu. Artık korkum pik yapmıştı. Elim ayağım heyecandan titriyordu. Ses tesisatı, o günkü Türkiye'nin en güçlüsü "Necdet Altın Çizme" idi. Mikrofonlar D12 idi. Sahneye çıktık ve müthiş bir sessizlik oluştu. İlk şarkımızın ortasında salon adeta ayağa kalktı. Bir de şarkıda iki modülasyon yapınca salon yıkılmaya başladı. İkinci şarkımız, Türkümüzü de çalınca yarışmaya büyük bir imza attık. Ben solist birincisi, orkestramızda en iyi grup seçilmişti. Ertesi gün Yeni Asır gazetesinin pazar eki Sarmaşık' ta müzik yazarı olan "Ali Kocatepe" tam sayfa Manisa'dan mucize başlığıyla bizi anlatıyordu. Tabi ki, müzik hayatımın en büyük itici gücü olmuştu bu yarışma ve aldığımız sonuç. Ailelerimize gelince, ben sadece annemden destek alıyordum. Diğer arkadaşlarımın durumunu hatırlamıyorum.

Sözü ve bestesi size ait olan ‘’Kan ve Gül’’ şarkısıyla tanındınız. Beste yapmaya ne zaman başladınız? Nasıl bestelediniz bu şarkıyı? Bir felsefe gizli mi sözlerinde?

Barış Manço ağabeyimle İstanbul Yeditepe konserlerinde tanıştım. Çengelköy'deki son konserimizde beni yanına çağırıp "Ne güzel sesin var. Neden İngilizce şarkılar söylüyorsun. Beste yap ve onları söyle" deyince, inanmak çok zor ama beste yapmaya başladım. “Günahsızlar”, “Bakıp Geçme”, “Bir Yudum Su”, “Menekşenin Moru” derken 1976 da beni sizlere tanıtan “Kan ve Gül” ortaya çıktı. Bestelerim, yaşadığım hayatın ve bedelini ödediğim duygularımın eseridir. Tasarlanmış değildir hiçbiri. Bir pınar gibi gönlümden doğmuşlardır. Kan ve Gül’de, birbirine zıt karakterde olan iki insanı anlatmıştım. Bu zıtlığı anlatan söz "Birbirine dönük sırt sen ve ben" kısmıdır. Sırt sırta verdiğinde iki kişi farklı yerlere bakar. Sevginin hoş görüsüyle, ‘seviyorum seviyor musun? Sevdikçe itiyor musun? Peki öyle olsun' kabullenmesi ile sevginin üstünlüğünü anlattım.

Aşık Veysel ve Ruhi Su hayranısınız. Bu hayranlık sanat hayatınızı nasıl etkiledi?

Aşık Veysel’in bir evliya olduğu kuşkusunu hala yüreğimde taşıyorum. Onun biricik olduğu kanısındayım. Hayatını inceledim. Yaşamın kıymetini bilmeyen, bakan ama görmeyen gözlerin aksine, çocukken geçirdiği suçiçeği hastalığından, gözlerini kaybeden ama gönül gözüyle her şeyi gören bu eşsiz insan benim sevgimi hala taşıyor. Eşinin evden kaçışlarında, yollarda parasız kalmasın diye ayakkabısının içine para koyarmış. Onlar bizlerin algılayamayacağı kadar değerli gönüllerdir. En güçlü ve en kestirme sözlere sahiptirler. ‘İki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece.’Ruhi Su Konservatuar eğitiminden şan eğitimi alıp mezun olmuştur. Türkülerimize gönül vermiştir. O muhteşem sesine eşlik için kendi çaldığı sazıyla söylemiştir şarkılarını. Rüzgarın, kayaların içinde oluşturduğu o muhteşem uğultuyu andıran, iradesi dağları delen bir içtenliği olan, gönlümü kazanmış muhteşem bir sanatçı büyüğümdür. Allah her ikisinde rahmet eylesin.

Gazi Üniversitesi Şan ve Gitar bölümü mezunusunuz. Okul yıllarında nasıl bir öğrenciydiniz? Özellikle gitar ile ilgili takip ettiğiniz sanatçılar ve metotlar neydi?

Ankara Gazi üniversitesi Şan bölümü mezunuyum. Gitar çocukluğumdan beri ana enstrümanımdı. Gazi Üniversitesinde saz dersinin mecburi olması benim için çok güzeldi. Türkülerimize bilinçli gönül vermemi sağladı. Gitar öğretmenliğimi klasikten pop şarkılara dönüştürerek daha çok sevdirdim. Şan derslerimde nota, ritim, bono, Solfej, Diyafram, armoni, eğitimde olmazsa olmazlarımdır. Keza Gitar derslerimde diyafram hariç aynı eğitim kurallarını uygulamaktayım. Şimdi korona çıkalı uzaktan dijital eğitim de başladım. Oldukça başarılı bir eğitim süreci de yaşıyorum. Dijital ortamda öğrencim, kendi ev koşullarında olduğu için daha rahat olması, algıda seçicilik yarattı ve hızla ilerleme olanağımız gelişti.

1975 yılı Eurovision şarkı yarışmasında ‘’Günahsızlar’’ adlı şarkınız ile finale kaldınız. Bu şarkıyı ne zaman bestelediniz ve yarışma için miydi?

1975 yılında ilk Eurovision beste yarışmasında "Timur Selçuk" yönetiminde 60 kişilik senfoni orkestrası eşliğinde "Günahsızlar" adlı bestemi seslendirdim. Ben hayatım boyunca sipariş hiçbir beste yapmadım. Günahsızları 1973’te besteledim. Binlerce beste arasından finale girmeyi başardım.

Grup Sextet nasıl kuruldu? Grubun çalışmasından ve başarılarından bahseder misiniz?

Taksimde, ‘Şanar Yurdatapan’ ve ‘Atilla Özdemiroğlu’nun birleşerek kurduğu  "Şat Yapım" adlı stüdyolarında, 1978 Eurovision şarkı yarışması için Grup Sexted "İnsanız Biz" adlı besteyi seslendirmek için kuruldu. Gurup altı kişiydi. İskender Doğan, Melike Demirağ, Ertan Anapa, Funda Anapa, Esmeray,  Kerem Yılmazer. Dans ve kariyografi ise, konservatuvar bale bölümünden mezun, Şanar Yurdatapan’ın kız kardeşi Lale Mansur tarafından sahneye konuldu. Beste; insanın en zeki ve en uygar hayvan olduğunu, daha insanlaşmayı başaramadığını anlatan sözleriyle, dansıyla, sahne şovuyla birinci oldu. Ama jüri hayvanız biz lafına takılmıştı. Bu yüzden ikinci yapıldık ve yurt dışına gidemedik.

Günümüzde müziğimizin geldiği noktayı nasıl buluyorsunuz? Son dönemde yapılan besteleri söz ve melodik yapı itibariyle değerlendirseniz neler söylemek istersiniz?

Bizim kuşak klip anlayışı olmadığı için müziği seyretmezdi, dinlerdi. Odanın sessizliğinde, en güzel ses tesisatıyla, analog olarak yapılmış plakların sunduğu muhteşem şarkıları gönlümüze ekerdik. Müzik dinlerken gözlerimizi kapatıp, müziği gönlümüze alıp, müziğin hakimiyetine kendimizi bırakınca bizi sanatsal seyahatlere çıkarırdı. Şimdi ise klipte kullanılan ögeler birinci planda. Ritim ikinci planda, beste ve müzik üçüncü planda, ses kalitesi ise, televizyonun kötü ses kalitesiyle son planda olup gönlümüze değil, arzularımıza, aklımıza ve seks dürtülerimize hedef alınmış tarzıyla, eski mükemmel dinleme geleneklerini yozlaştırıp bir kenara fırlatmıştır. Şarkılar mekaniktir. Danslar aşağı yukarı aynıdır. Sözler ritim hızlandığı için derin değildir. Slogan niteliğinde ve edebiyattan uzaktır.

Sizin bir de TV deneyiminiz var. ‘’Gönül Salıncağı’’ dizisindeki oyunculuk tecrübenizden bahseder misiniz bizlere.

Benim sanat yaşamımda, tiyatroda başrol ve tv dizilerinde oyunculuk tecrübelerim var. Gönül Salıncağı’nda başarılı bir iş çıkardık. Büyük bir prodüksiyondu. O diziden iki güçlü genç oyuncu doğdu. Nur Fettahoğlu ve Bülent Emrah Parlak. En önemlisi sinema sektörü çok önemli bir senarist ve yapımcı, ünlü şarkıcımız Kıraç'ın eşi Ayşe Şule Bilgiç'i kazandı. Çizgi filmlerimizin PEPEE’sini çocuklarımızın dünyasına armağan etti. Kıraç’ı ve Ayşe'mi evladım gibi severim.

İstanbul Bakırköy Sanatçılar Derneğinde gitar ve şan hocalığı yapıyorsunuz. Ne tür çalışmalar yapıyorsunuz? Müzikle ilgilenen gençlere aynı zamanda da bir öğretmen olarak neler söylemek istersiniz?

"Bakırköylü Sanatçılar Derneği" kısa adı "BASAD” 1993’te kuruldu. Kurucu üyeler Üstün Asutay, Tarık Akan, Ayşen Gruda, Cem Karaca, Suna Pekuysal, Ergun Köknar, Erdoğan Sıcak ve o günlerden beri yanlarından hiç ayrılmadığım BASAD'ın manevi kardeşiyim. Bakırköy Yunus Emre Kültür Merkezi'nin bahçesinde plastik bir kulübede başlayan dostluğumuz kesintisiz devam ediyor. Yıllardır bu nadide kurumun Gitar ve Şan öğretmeniyim. Müzikle uğraşan gençlere hayat duruşu da kazandırmaya çalışıyorum. Aileleriyle kaynaşmalarına yardımcı oluyorum. Toplum önünde kendilerini ifade etmelerini sağlıyorum. Dünyaya gelişlerinde öne çıkan kabiliyetlerini destekliyorum. İnsanlığa saygılı olmanın, önce kendine karşı dürüst ve saygılı olmaktan geçtiğini bıkmadan anlatıyorum. Kendilerini bulmaları için dünya klasiklerini ve Türk klasiklerini okumalarına yardımcı oluyorum. Kendilerine ve bana soru sormaları için teşvik ediyorum. Doğru cevaplara ulaşmaları konusunda literatürden yardım ediyorum. Zaten Gitar ve Şan dersini en çağdaş verilerle eğlenerek ve severek birlikte gerçekleştiriyoruz. Ortada bir başarı varsa bunun göstergesi, Allah’a şükürler olsun, öğrencilerim beni hiç bırakmadılar. Aramızdaki sevgi hiç bitmedi.

Biraz da aldığınız ödüllerden bahseder misiniz bizlere?

Aldığım ödüller eve sığmadığı için Annemin, kardeşimin güvendiğim dostlarımın evlerine birçoğunu dağıttım. Onları ziyaret ettiğimde selamlaşıyorum. Bir arada dursalardı onların çoğunu göremezdim. O günlerin iletişimini kuramazdım. Ödüllere layık gördükleri kişiliğimin gerçek ödül olduğunu biliyorum. Bana ağabeylik, dostluk, kardeşlik yapan birikim sahibi dostlarımın bir ürünüyüm. İnsanlıkta ne kadar ilerlersem yüce Atatürk'ümü daha çok sevdiğimi anlıyorum. Ata’mın eşsiz sınırsızlığı içinde şekillendiğimin farkındayım.

Eskişehir’e geldiniz mi? Nasıl buldunuz şehrimizi?

Eskişehir'e birçok kez geldim. Prof.Dr. Yılmaz Büyükerşen sevgisi, adamlık konusunda, ilk göz ağrımdır. Saygıdeğer Yılmaz Bey’in varlığıyla devrim geçirmiş bir Eskişehir’i algılamak, eski halini bilenler için sürpriz değildir. Türkiye'mdeki tüm şehirlere verilmiş mükemmel bir örnektir. Benim Çengelköy’de ev yemeklerini yediğim Çağıl Restaurant Eskişehirli bir aileye aittir. Onlar hala sadece Eskişehir’in maçlarına giderler. Orada Eskişehir'i konuşmak bir ayrıcalıktır. Düşünün lokanta İstanbul'da ama bütün yatırımları Eskişehir’de. İşte sayın Yılmaz Büyükerşen'in zaferi. Bu zafer hemşerilerine memleketlerini sevdirmiş olmaktır.

Editör: TE Bilişim