Melda Hanım, biz Eskişehirliler sizi  ‘Bir Şehnaz Oyun’ la tanıdı. Eskişehir Şehir Tiyatrolarının kurucu oyuncularınızdansınız. Hem bu oyun hem Şehir Tiyatrolarının 20’nci kuruluş yıldönümü ile ilgili düşünceleriniz neler? Yıllar sonra Eskişehir’i sevgilisiyle (tiyatroyla) buluşturan Yılmaz Hoca’nın kentimizde yaptıklarını bir sanatçı olarak nasıl yorumluyorsunuz?

Yüzyıllarca yaşayabilecek,  insanlığa faydalı olabilecek bir kurumu, sıfırdan inşa etmenin,  onun herkes tarafından bu kadar sevilip kucaklandığını, takdir edildiğini, her gün daha da gelişip, güzelleşerek, varlığıyla bir gelenek oluşturduğunu görmenin yarattığı his, gerçekten olağanüstü. Biz bu tiyatroyu Yılmaz Büyükerşen’in bize tanıdığı bir imkân ve bıraktığı özgür alanla, seyircimizle birlikte ilmek ilmek ördük. Eskişehir Şehir Tiyatroları, Eskişehir’in vazgeçilmez bir değeridir ve bununla gurur duyuyorum elbette. Yılmaz Büyükerşen’in Eskişehir’ini anlatmaya gerek yok. Gören ve yaşayan bilir. Şehir kültürü ve estetiğiyle kendini anlatıyor zaten.

Eskişehirlilerin tiyatroya ilgisi nasıl? Sahnede kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Seyircimiz, bulunabilecek en güzel seyirci. Bütün oyunlara hep hazır gelen, heyecanla, beğenmeye hazır olarak bekleyen, dolayısıyla, nadir de olsa, beğenmediği zaman, yüksek beklentisinin ardından yaşadığı hayal kırıklığını göstermekten de çekinmeyen,  eleştiren, bizi yönlendiren, sıcacık, samimi, ama dolu dolu bir seyirci. Nicelikten bahsetmiyorum bile. Yirmi yıl boyunca, tek bir boş koltuğa oynamadım çünkü. Eskişehir seyircisi bizi öyle güzel pamuklara sardı, öyle güzel şımarttı ki, tenkit ederken bile saçımızı okşayarak anlattı derdini. Biz bu sevginin verdiği vicdani sorumlulukla, bu kadar hızlı yol alan, bu kadar çalışkan ve uyumlu bir ekip olduk. Simdi olduğumuz insanlar, şimdi olduğumuz oyuncular olmamızda, bu kadar etkisi olan Eskişehir seyircisine minnettarım. Sahne benim sınırsız özgür olduğum tek yer. YUVAM. Kendimi en mutlu, en değerli, en işe yarar, en özgür, en tatmin, en güvende hissettiğim yer. Dünyanın herhangi bir yabancı ülkesinde, dilini bilmediğim insanların arasında yapayalnız kalsam, tek yapacağım şey, kendime bir sahne ve kulis bulmak olur. Orada kendimi güvende ve ait olduğum yerde hissederim. Ve bir sahne bulduğum anda, ev sahibi konumuna geçeceğim için, o rahatlıkla bir şekilde iletişim kurmayı başarırım.

Küçük yaşlarda halk dansları ve müzik eğitimi aldınız. Bunun artılarını müzikal oyunlarda görüyorsunuz. Özellikle müzikallerdeki performansınız herkes tarafından takdir ediliyor. Kanlı Nigar oyunuyla ödüller kazandınız. Müzikallere nasıl hazırlanıyorsunuz?

Müzikal oyunculuğu öyle kısa süreçlerle hazırlık yapılacak kadar kolay bir iş değil. Kendimi bildim bileli buna odaklı çalışıyorum. Uzun süre oynamamışsak, mutlaka kondisyon çalışması yapmak gerekir. Sesimiz, bedenimiz hep idmanlı olmalı.

Tiyatroda oynayacağınız karaktere nasıl hazırlanıyorsunuz? Oyun bittikten sonra o karakteri özlüyor musunuz?

Okur okumaz zaten aklımda hemen canlanır. Bu ilk yorum,  genellikle yönetmenin de istediği doğru yorumdur. Ardından onu ince ince işlemeye başlarım, detaylarını çalışırım. Onun gibi durmak onun gibi yürümek, onun gibi bakmak, onun gibi düşünmek, onun üslubuyla konuşmak. Bu şekilde karakter oturana kadar,  bir süre günlük hayatımda da onun gibi davranmaya çalışırım.  Dolayısıyla bu durum, dış dünyaya karşı bir yalıtım gerektiriyor. Yeni bir role hazırlanırken,  insanlardan biraz uzak olmayı tercih ederim.  Ama rol oturduktan sonra, ana hatları, detayları aklımda ve bedenimde yerleştirdikten sonra,  zaten o çalışma bitmiştir. O rol ile ilgili komutu aldığım anda, o kişi oluveririm bir anda. Oyun bittikten sonra özlediğim rollerim çok. Kan Kardeşleri muzikalinden Bayan Johnstoe’u, Kanlı Nigar'ı çok özledim.  Bir Şehnaz Oyun’u 2001 yılından 2006 yılına kadar aralıksız oynadığımız hâlde, on bir yıl boyunca öyle özlemişim ki, 2017 yılında,  Korel Cezayirli oyunu tekrar oynayacağımızın müjdesini verdiği anda gözlerimden yaşlar dökülüvermişti.

Yaşadığınız en ilginç sahne deneyimi veya anınınız anlatır mısınız? En çok hangi rolü sevdiniz. Sevmediğiniz bir rol oldu mu?

Yılmaz Büyükerşen'in ileri görüşlülüğüne hayranlık duyduğumuz girişimlerinden biri de, merkeze uzak olan mahalleler ve köylerden, bütün sahnelerimizde oynadığımız oyunlara, otobüslerce insan taşımasıdır. Hayatında hiç tiyatro görmemiş insanları tiyatroyla tanıştırdık. Kadınlar ve çocuklar için özel gündüz matineleri düzenleyip, yüzlerce oyun oynadık. Bu matinelerden birçok ilginç hikayemiz var. Ama bir tanesini hiç unutamıyorum. Tüm dünyada bütün canlı gösterilerde, cep telefonlarının, ses ve ışıkla, seyircinin ve oyuncunun dikkatini dağıtabilecek bütün elektronik cihazların kapatılması bir kuraldır. Bizim oyunlarımız başlamadan önce de bununla ilgili bir sesli uyarı yapılır. Ama bu halk matinelerinde genellikle bu kurala hiç uyulmadı. Oyunlardan birinde de, bir hanım seyircimiz biz sahnedeyken, yüksek sesle defalarca çalan telefonunu çantasında uzun süre aradıktan sonra açtı.  Biz telefon sesi hele şükür kesildi diye rahatlamıştı ki, bu seyircimiz, “Alooo ne yapıyonn?” diye oldukça yüksek bir sesle telefonla konuşmaya başladı. Ve yaklaşık on dakika boyunca konuştu. Belediyenin onları otobüsle tiyatroya getirdiğini, opera binasının ne kadar güzel olduğunu, kısaca oyunun konusunu, oyuncuların ne kadar güzel, ne kadar komik olduğunu, benim elbisemin rengine kadar anlattı. O kadar samimiydi ki, duruma kızamadık bile, bu koşullarda oyuna devam ettik.

Bütün rollerimi çok severek oynadım.

Ama

Sırça Kümes AMANDA

Bir Şehnaz Oyun ŞEHNAZ

Kanlı Nigar NİGAR

Kan Kardeşleri BAYAN JOHNSTOE rollerini ömrüm boyunca oynasam doymam.

Tiyatroda olsun, müzik yaşamınızda olsun bir idolünüz var mı?

Beğendiğim oyuncular, müzisyenler var.  Ama idolüm yok.  Her sanatçının hamuru, kişisel malzemesi, kendi öz hazinesidir. Sanatta herkes, nevi şahsına münhasır, benzersiz olmalı.

Ülkemizde tiyatronun geleceğini nasıl görüyorsunuz? Bu sanatı yapmak isteyen gençlere neleri önerirsiniz?

Bu iki başlık da, çok uzun ve detaylı tartışılması gereken konular. Salgın öncesinde, tiyatronun geleceği ile ilgili hiç endişem yoktu. Çünkü Türkiye’de tiyatro, bilinçli, soru soran, eleştiren, sürekli takipte olan kendi seyircisini oluşturmuştu. Eskişehir’de üç ay önceden biten biletler, yüzlerce kurumsal ve özel tiyatronun perde açtığı İstanbul’da da, son birkaç yıldır, bir ay içinde tükenmeye başlamıştı. Fakat salgın sonrası bütün sanat dallarının yaşadığı yoksunluk, tiyatroyu da ciddi anlamda tehdit etmeye başladı. Uzun vadede sanat mutlaka bir yolunu bulur. Betonda açan çiçekler gibi, kendini var edecektir.  Ama önümüzdeki on yıllarda nelerle karşılaşacağımızı şu an kestiremiyorum. Canlı olarak icra edilmesi gereken sanatın, bu süreçte, dijital ortamlara taşınmak zorunda kalması, seyircinin canlı gösteriden aldığı büyüleyici tatmini unutup, bir tuşa basarak evinde aynı duyguyu yaşayabileceği yanılgısına düşmesi, yetişen nesillerin de, ebeveynlerinin alışkanlıkları sayesinde öğrenebilecekleri bu sosyal etkinliklere yabancı kalarak büyüyecek olması, beni biraz korkutuyor.

Gençlere gelince...

Bu soru bize en çok sorulan soru. Bu yüzden bir ara, tiyatro yapmak isteyen gençlere önerilerimle ilgili uzun bir film hazırlamayı düşünüyorum. Çünkü bu kişiye özel, duruma özel cevaplanması gereken bir soru aslında. Hele hele şu an tüm dünyada, bütün sahnelerin kapalı olduğu gerçeğiyle karşı karşıya iken bu soruya cevap vermek çok zor. Ama genel olarak, bu süreçte okuyabilecekleri kadar tiyatro eseri okumalarını, okudukları oyunlardan kendilerine roller seçip, o rolleri nasıl oynamak istediklerini hayal etmelerini öneririm. Salgın sürecinde, bizim tiyatromuz da dahil olmak üzere, yerli ve yabancı birçok kurumsal ve özel tiyatronun eskiden sergiledikleri oyunlar internet ortamında seyirciye sunuldu. Profesyonel tiyatrolar tarafından yayınlanmış bütün oyunları izlemelerini, aynı oyunların yerli ve yabancı yorumlarını karşılaştırmalarını tavsiye ederim.

Lise birinci sınıftayken ilk kurulan özel radyolarda programlar yaptınız. Radyoculuk serüvenini anlatır mısınız?

Çok heyecanlı çok güzel bir süreçti. Yine ilk olması, ayrıca anlamlıydı benim için. Çok güzel insanlarla tanıştım. Profesyonel iş hayatına o yaşta başlamış oldum. Birçok tecrübe edindim. Kendimi geliştirdim. Erken yaşta sorumluluk almayı öğrendim. Yayına yetişecek programım için, okuldan kalan tüm zamanımı İl Halk  Kütüphanesi’nde araştırma yaparak geçirirdim.  Gece de uyumaz, sabaha kadar program metinlerini düzenlerdim. Beni tiyatro hayatına, disiplinine hazırlayan bir süreçti.

Sizi televizyon dizilerinde de görüyoruz. Bir sinema filminde de rol aldınız. Bu çalışmalar hakkında bilgi verir misiniz?  Siz en çok nerede mutlusunuz? Tiyatro mu, televizyon ekranları mı?

Ben oyun oynarken mutluyum. Sahnede de sette de. Ama elbette canlı gösteri söz konusu olduğu zaman, seyirciden aldığınız enerjiyle, o anlık etkileşimle hissettiğiniz tatmin, çok daha yüksek oluyor. Verdiğiniz emeğin karşılığını hemen alıyorsunuz. Seyircinin gözlerindeki mutlulukla, alkışla ruhunuz doyuyor.

Eşiniz ile birlikte müzik çalışmaları da yapıyorsunuz. Konserler veriyorsunuz. Sahnede elektronik değil, daha doğal tarzda eserleri seslendiriyorsunuz.  Bunda tiyatronun etkisi var mı? Yeni bir albüm çalışması olacak mı?

Genellikle dinlemeyi sevdiğim şarkıları söylüyorum. Elimizdeki imkanlarla, bizim estetik anlayışımıza göre, o şarkılara uygun olan enstrümanları seçiyor, öyle söylüyoruz.  Müzikte de, canlı sunum, canlı kayıt seviyorum. Tiyatronun etkisi bu evet. Kendi söz ve bestelerimden oluşan bir albüm hazırlığı içindeyim. Ama zaman veremiyorum.

Tiyatro, müzik dışında kalan zamanlarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tıbbi bakım gerektirecek yaşta bir köpeğim var. Köpeğimle özel zaman geçirmeye özen gösteriyorum. Olabildiğince resim yapıyorum ve şarkı yazıyorum.

En son hangi kitabı okudunuz?

Dışa Bakan Rüya Görür

İçe Bakan Uyanır

Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?

Seyircimizle tekrar buluşacağımız günü dört gözle bekliyorum.

Güzel seyircimize selâm olsun. Teşekkür ederim.

Editör: TE Bilişim