“Eğer farklıysan, yalnızlığa mahkûm oluyorsun. Yalnız olana acımasız davranıyorlar.” (s.146)

***

Bazen okuduğumuz kitap biter bitmez aklımıza bir soru takılıverir ya, işte öyle bir şey:

“Okuduğum bir ütopya mıydı, yoksa distopya mı?”

Sanırım, okuyan herkesi aynı ikileme düşüren, okurunu “araf” ta bırakan bir kitap,

Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya”sı.

Çünkü vaat ettiği sonsuz mutluluk atmosferiyle bir ütopya; içindeki tabular, kısıtlamalar ve insanı nesneleştiren unsurlarla tipik bir distopya var karşımızda.

***

Yeni bir dünya resmi var romanda.

Yüzyılların birikimi, içgüdüsel insani değerleri bir kenara iten, bilindik yaşamın dışında kalan bir dünyanın.

İnsanların ihtiyaç piramidine göre sınıflandırıldığı, doğum yerine kuluçkanın tercih edildiği, bireyin daha embriyo iken sınıfının fiziki ve biyolojik hasletlerinin zerk edildiği ve şartlandırma yoluyla şekillendirildiği bir dünyanın resmi.

Cinsellik özgürce yaşanırken, yönetenlerin toplumun ipini elinde tutabilmek için, tüm tarih çağlarında olduğu gibi din olgusuna sarıldığı bir dünya.

“Herkes, herkes içindir” diyerek aile kavramının yok sayıldığı bir dünya bu. Kuluçkadan itibaren kendi istekleri dışında bilinçaltı inşasına izin yok. Aile yok, baba yok, anne yok, kardeş yok, doğum yok, yaşlılık yok, doğa yok…

Mutluluk verici bir maddeyle gizlenebilen, insanı insan yapan sevinç-üzüntü, mutluluk-mutsuzluk denen duygu karşıtlığını yaşamasına izin yok.

Her şey çok güzel! Görünüşte…

***

Yapay birey üretimi sanayiye dönüşmüş yeni dünyada, kuluçka merkezi ve şartlandırma merkezi var. İstenilen özelliklere göre sınıf sınıf üretilen bireyler var.

Mutluluk ve erdemi, istedikleri biçimde sınırlayan bir anlayış var. Embriyoya yapılan müdahaleyle yazgısını belirlemeyi; sadece sınıfını, konumunu, özelliklerini seven, diğer sınıflara nefret ve düşmanlıkla bakan birey yetiştirmeyi; bu ayrımdan düzen sağlamayı hedefleyen yapay bir toplum sistemi var.

Yazıldığı tarihi ortamın izleri var sayfalara yansıyan duygularda. Büyük imparatorlukların çöktüğü büyük bir savaş sonrasında bozulan güç dengelerinin arasında bir dönemin. Toplumların üzerinden geçen ekonomik krizin; umutsuzluğun, belirsizliğin izleri var. Biraz araştırınca kullanılan isimlerin de, kavramların da siyasi ve sosyal yaşama konu olmuş olay ve kişilere birer gönderme anlamı taşıdığını görmek mümkün.

Sanayide seri üretimin başladığı zaman milat olarak alınmış. Ford’un “T” modelinin bantlarda üretilmesinden sonra, yeni bir bakış açısıyla tam 632 yılda inşa edilmiş, insanlarıı robotlaştıran, Ford’un tanrı, “T”nin ise dini ikon olduğu yeni bir dünya geliyor gözlerimizin önüne.  İnsanoğlu değerlerinden, doğadan uzaklaşmış; aile, sanat ve kültür yok edilmiş, insanlar tüketim çılgını olmuş, din siyasetin ve sermayenin amaçlarına araç edilmiş.

Kurgusuyla da, zor şartlarda yaşayan, sözde mutsuz izole “ayrık bölge” yerlileriyle de karşılaştırma yapmaya çağırıyor okurunu.

Altında çok şeyler barındıran, Denetçi Mustafa Mond ile Vahşi’nin sohbetinde geçen şu cümleye de mesajını sıkıştırıveriyor:

“Siz, mutsuz olma hakkını istiyorsunuz.”

***

İnsanların yüz yıllarca, ötekine yaşam hakkı tanımadan, farklı düşüneni kitle içinde eriten, düzene uyanın yüceleştiği distopik bir sistemle sürüklendiği çukurdur anlatılan. Kitabın tüm atmosferinde var olan, günümüzde de benzerini yaşadığımız, “tek tipleştirici düzen”in, yıllar sonra geldiği noktayı fark edince dehşete düşmemek elde değil.

Yazarın, taaa yaşadığı dönemde görmeye başladığı, günümüz kapitalist yaşam alışkanlıklarına ve insanoğlunun şartlanmalarına yaptığı göndermelere hayran olmamak elde değil.

İnsanı insan yapan erdemlerin bir şey ifade etmediği, insani değerlerle yaşamaya çalışanların dışlandığı, yandaşlığa soyunan kuklaların kanaat önderi olarak sunulduğu günümüz düzeninin, kitabın adına ‘gelecek’ dediği düzenden hiçbir farkı yok.

***

Filmi de yapılmış, değişik yorumlara açık bir eser olduğundan,  insan ikircikli davranıyor. Kitap, bilim kurgu bombardımanı yaşanan bu çağda, okura oldukça sıradan ve basit gelebilir.

Basit bir anlatım ve basit kurguyla okura sunulana, yazarın yaşadığı dönemle ilgili “içinden taşan çığlık” olarak bakınca, kitabın değeri artıyor sanki. Kitabın yazıldığı tarihin olayları, kişileri, yaşam tarzı göz önüne alınarak okuyunca, felsefenin kitaba olan etkisini fark ediyor; yapılan hicvi incelikleri yakalayınca daha da anlayarak okunabiliyor.

Okumada okurun seçeceği pencere, kurgudaki yaratıcılığın ve anlatımdaki gönderme inceliğinin daha görünür olmasını sağlıyor.

***

 “Özgür ama vahşi bir dünya mı, tutsak ama modern bir uygarlık mı?”

Kitap bunu sorgulamış aslında. Sanki hicivle kaplanmış olduğundan ütopya gibi görünen, alttan alta methiye ile süslenmiş bir distopya inşa edilmeye çalışılmış.

Bana göre bilim kurgu klasiği denebilecek bir eser. İlk anda çok basit konulu ve basit anlatım diline sahip görünebilir.

Ama düşünmeye başlayınca; sorgulamaya başlayınca…

***

“Ne sebeple olursa olsun hatanızın üzerinde kara kara düşünmeyin. Temizlenmenin yolu çamurda yuvarlanmak değildir.” (s.19)