“Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum, biz zaten kördük, gören körler mi, gördüğü halde görmeyen körler.” (s.360)

***

Yaşarken sıcağı sıcağına farkında olmadıklarımızı aradan yıllar geçince daha derinden hissetmeye başlarız. Yaşadığımız salgın sürecinde yaşanan bilinmedik insan öyküleri de zaman içinde belleklerde yerini alacaktır.

Bu dönemin görünen bir özelliği de salgınla ilgili kitaplara olan ilginin artması olmuştur.

İşte “Körlük” de bu kapsamda yeniden çok okunanlar arasına girmiş bir kitap.

Nobel ödüllü, Portekizli sosyalist yazar José Saramago’dan körlüğün metafor olarak kullanıldığı, modern insan ve onun yarattığı demokrasiye eleştirel bir bakış atmamızı sağlayan müthiş bir roman.

***

Düşünün ki,

Bir anda herkes kör olmuş. Liberal demokrasinin kuralları ve dayattığı değerlerle donatılmış hayatımız; küçük sürüler halinde dolaşıp yiyecek, rastgele cinsellik ve bulduğu yerde barınma ihtiyacından ibaret, hayvani güdüleri için birbirini boğazlayan ilkel bir hayata dönüşüvermiş.

Adı bilinmeyen bir ülkenin, bilinmeyen bir şehrinde, kırmızı ışıkta bekleyen bir adamın aniden kör olmasıyla başlayan; karısı, ona yardım eden hırsız adam, gittiği doktor, muayenehanede bulunanlar, polisler, taksici, eczacı vb. derken tüm topluma bir körlük salgını yayılıyor.

Fiziksel değil, göze süt gibi bir perdenin inmesiyle oluşan “beyaz körlük”. Sadece doktorun karısının yakalanmadığı bir salgın…

Salgından korumak için boş akıl hastanesinde karantinaya alınan körlerin bize kaos ile düzeni sorgulatan yaşadıkları; çeteleşme, açgözlülük, hırsızlık, tecavüz, bencillik gibi güdülerin, az da olsa yardımlaşma ihtiyacının ortaya çıktığı bir hayat anlatılıyor.

Büyük karantina yangınından kurtulan, özgürleşen körlerin, herkesin kör olduğu; devrilmiş arabalar, yağmalanmış marketler, mağazalar, her yana saçılmış çöp ve bok yığınları, cesetler ve onları yiyen sokak köpekleri gibi görüntüler arasında kaosla kucaklanmış ilkel bir hayatın içinde yaşama çabaları…

İnsanoğlunun, doğa ve kendi bencil doğası karşısında güçsüzlüğü ve çaresizliği yaşarken, birden tekrar görmeye başlamasıyla, hayata dair sorgulanacak onlarca soruyu geride bırakarak sona eren kâbus…

***

Çevresinde yaşanan insan hakkı ihlallerine, adaletsizliğe, kayırmacılık üzerinden gasp edilen haklara, güçlünün haklı kabul edilmesine, sistemli kıyımlara önlem alamayan ve politika üretemediği için kolaycı yöntemlere başvuran hükümetlerin var olduğu yaşamı kanıksayıp tepkisizleşen modern insana; “sıra sana gelecek” deyişine aldırmayıp sırası gelip de kendini kaosun içinde bulunca nasıl ilkelleştiğini göz ardı etmeden okumak gerekir bu kitabı.

Toplumdaki tek gören kişi (doktorun karısı); gerçek hayatta görevini yapmaya, topluma aydınlığı göstermeye çalıştığı için dışlanan, hapse atılan, hatta yok edilenlere şahit oldukça, sorumluluk yüklenmekten kaçmayı tercih eden suskun aydınları simgeliyor.

Romanın sonunda gerçek acıyı körlerin mi; yoksa kör gibi davranarak şiddete, rezalete, tecavüze, hayvani tavırlara göre göre ses çıkarmayan doktorun karısının mı çektiğini sorgulamadan geçemiyoruz.

***

Kitabın konusu, içerdiği metafor ve kurgusu müthiş. Ana yolda ilerlerken arada yan yollara sapıyor, oradaki küçük hayat hikâyelerine dokunduktan sonra hemen ana yola dönüyor. Karakterlerin ismi lazım değil denilerek romanda hiç isim kullanılmamış. Hepsi sıfatlarıyla, meslekleriyle tanımlanmış.

Bir kategoriye sokmak gerekirse post-apolilitik distopya diyebiliriz. Diğer benzer eserlerden farkı, doğrudan distopik bir hayatta başlamıyor, yavaş yavaş ulaşılıyor olması. Yine de sonunda devletin bile kalmadığı distopya düşünemiyorum. Çarpıcı, korkutucu, ürpertici, düşündürücü, bir o kadar da mide bulandırıcı kıyamet senaryosu gibi…

***

Anlatım tam bir monolog. Nokta ve virgül dışında noktalama işareti kullanılmamış. Diyaloglar uzun ama hiç sıkmayan cümleler içinde virgülle ayrılarak peş peşe verilmiş. Bu garip ama akıcı anlatıma birkaç sayfa sonra alışıyor insan.

 “Körlük” okuduğum en etkileyici kitaplardan biri.

Verdiği mesajı anlamak için sık sık “ben olsaydım ne yapardım?” sorusunu sormak ve içinde yüzülen liberal hayatın öğrettiği değerlerin irdelenmesi gerekiyor.

Zamanında kitabın baskısı kalmadığından sahafta bulabilmiştim. Şimdi yeni yayınevlerinden, yeni baskıları kitapçı raflarına yerleşti.

Mutlaka okumanızı isterim.

“Körlük”ün devamı olan “Görmek” adlı eserin de okuma seferinin ucuna eklemlenmesi fena olmaz.

***

“Gözlerimizi içimize dönük birer aynaya dönüştürdük, sonuçta gözlerimiz, ağzımızla yadsımaya çalıştığımız şeyleri çoğu zaman gözler önüne serer hale geldi.”