Salgının ikinci yılına girdiğimiz bu günlerde sağlık, ekonomi ve eğitim başta olmak üzere pek çok alanda önemli sınavlardan geçiyoruz.

    İki öğretim yılı boyunca, hem akademik becerilerin kazanılması hem de çocukların iyi olma halinin desteklenmesini sağlayan okulların kapalı kalmasının olumsuz sonuçlarını uzun yıllar duyumsayacağız.

    Türkiye, AB ve OECD ülkeleri içinde okullarını en uzun süre kapalı tutan ülkelerden biri oldu. Bu süreçte, “eğitimde eşitsizlik, dijital uçurum ve uzaktan eğitimin” yanı sıra salgınla birlikte hayatımıza giren ve en çok tartışılan konulardan biri de “öğrenme yoksulluğu” oldu.   

    Eğitimin tüm çocuklar için “kapsayıcı, eşit ve nitelikli” olması koşuluna karşın; milyonlarca öğrencinin uzaktan eğitime erişimde karşılaştığı sorunların üzerine, kırılgan nüfusun sosyoekonomik sıkıntıları da eklenince; tüm öğrenme süreçleri zafiyete uğradı ve ciddi öğrenme kayıpları yaşanmaya başladı.  Bu durum çocuklarımızın ve ülkemizin “öğrenme yoksulluğu” tehdidi altına girmesine neden oldu.

TEHLİKE ÇOK BÜYÜK VE YAKIN !..
“Öğrenme yoksulluğu”, çocukların basit bir metni okuyamaması veya okuduğunu anlayamaması olarak tanımlanmıştır. Öğrenme yoksulluğu hesaplamalarında kullanılan veriler 10-14 yaş aralığını kapsamaktadır
Öğrenme yoksulluğunun diğer temel becerilerden ziyade okuma becerisi üzerinden tanımlanması okuma becerisinin öğrenmeye açılan bir kapı olarak nitelendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Okuma becerisini kazandıramayan eğitim sistemlerinin, matematik, fen bilimleri ve sosyal bilimler gibi diğer alanlarda da öğrenmeye yardımcı olamayacağı çok belirgin bir saptamadır.

  • Dünya Bankası’nın hazırladığı ve Türkiye ile birlikte 100 ülkenin öğrenme yoksulluğu oranlarının hesaplanarak karşılaştırmaların yapıldığı “İnsani Gelişme Raporu” verileri oldukça endişe verici bilgiler içeriyor.
    Rapor, salgında dünya genelinde 2,3 milyar öğrencinin okul dışında kaldığını ve milyonlarca çocuğun “öğrenme yoksulluğu” yaşadığını ortaya çıkardı.
    Rapora göre, dünya genelinde 10-14 yaş aralığındaki yaklaşık her iki çocuktan biri (%48) öğrenme yoksulu. Bu oran, düşük gelirli ülkeler ortalamasında %90’a kadar yükseliyor.

    Öğrenme yoksulluğu, ülkelerin gelecek kalkınma hedeflerini aşağıya çektiği gibi, alt ve orta gelir gruplarının ekonomik yoksulluğunu daha da artırıyor.


TÜRKİYE’NİN DURUMU…

Türkiye için hesaplanan öğrenme yoksulluğu oranı %21,7 olarak belirlenmiş.

Bu oran ile Türkiye 100 ülke arasında 45. sırada yer alıyor.

Dünya Bankası raporunda Türkiye için hesaplanan öğrenme yoksulluğu oranı; Türkiye’de 10-14 yaş aralığında her beş çocuktan birinin temel düzeyde okuma ve okuduğunu anlama becerisine sahip olmadığını göstermektedir.

Bu oranının, salgın sürecinin uzaması ve yüz yüze eğitime uzun süre geçilememesi nedeniyle en az 10 puan daha artacağının tahmin edilmesi; çocuklarımızın ve ülkemizin geleceğinde her yönden önemli bir sorunumuz olduğunu gösteriyor.


NE YAPMALIYIZ ?

    Eğitim bilimcilere göre öğrenmeyi iyileştirmenin iki ayağı bulunuyor. Birincisi, doğrudan okuma becerisini geliştirmektir. İkincisi ise okuma becerisinin gelişimine doğrudan veya dolaylı yönden katkı sağlayacak, eğitimin niteliğini artıracak müdahalelerde bulunmaktır.

    Salgının çocuklar üzerindeki etkisinin azaltılması ve bu sürecin daha büyük öğrenme kayıplarına, sosyal-duygusal çöküntülere neden olmaması için tüm okulların sınıf düzeyi gözetilmeksizin “tam zamanlı ve yüz yüze” eğitime açılması toplumsal öncelik haline getirilmelidir.     

    Okulların eğitime açılması daha fazla öğrenme kaybı yaşanmasının önlenmesi anlamına gelse de; söz konusu kayıplarla eğitime kaldığımız yerden devam edilebileceğimiz anlamına gelmemektedir. Bu nedenle okullarımızın güvenli eğitim ortamları hazırlanarak açılmasının ardından, etkili ve uzun bir zaman dilime yayılan “yüz yüze” telafi süreci başlatılmalıdır.

    Eğitim ile ilgili tüm çalışmalar yürütülürken; “eğitimde fırsat eşitliği ve erişimi sağlamanın sosyal devletin öncelikli görevleri arasında bulunduğu; nerede yaşarsa yaşasın her çocuğun kaliteli eğitim alma hakkının temel ve anayasal bir hak olduğu” unutulmamalı; öğrenme yoksulluğu ile mücadele ve önleme çalışmalarının sadece eğitim alanındaki girişimlerle sınırlı olmadığı bilinmelidir…