Cumhuriyetin ilk yıllarında, İsviçre Medeni Kanunu’ndan çeviri yoluyla alınan ve 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe giren 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi, modernleşme yolunda atılan en önemli adımdır. Kişilerin özel hukuk alanındaki ilişkilerinin temeli olan bu kanunla, çağdaş yeni bir toplum yaratılmak istenmiştir. Özel hukukun bütün alanlarında uygulanabilen ilk yedi maddesi, kişiler, aile, miras ve eşya hukuku alanında getirdiği çağdaş düzenlemeler ile yeni bir hukukun ve toplumun temelleri atılmıştır.

Gerçek anlamda medeni toplumlar, özgürleşmiş kadınlar ve erkeklerin ortak katkı ve kararlarıyla oluşturulabilir. İsviçre Medeni Kanunu’nun alınmasında, modern ve demokratik özelliklere sahip olması, hukukçulardan oluşan bir kurulun müzakerelerine dayanması, kadın-erkek eşitliği çerçevesinde aile hukukunun düzenlenmesi tercih sebebi olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının bu yasayı topluma kazandırmalarında, kadının ülke kalkınmasında aktif rol almasını sağlamak amacını da taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, Medeni Kanun’un kabulü büyük önem taşımaktadır. Medeni Kanun, aileyi toplumsal bir kurum olarak ele alıp, saygı ve sevgi temelinde değerlendirmiş, kadın ve erkeğin karşılıklı sorumluluklarını göz önünde bulundurmuş ve çocuğun eğitimine önem vermiştir.

Türk Medeni Kanunu özellikle Kadın Haklarının güvencesi olmuştur. Medeni Kanun’un kabulüyle birlikte kadın, kocanın ve babanın vesayeti altında olmaktan kurtulmuş, istemediğinde evlenmeme hakkını elde etmiş ve evlenme, boşanma, mal varlığı edinme, miras gibi özel yaşamlarına ilişkin haklar bakımından erkeklerle eşit konumda yer almıştır. Erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı boşanmaya ilişkin düzenlemeler kaldırılarak, evlilikte resmi nikâh zorunluluğu, tek eşle evlilik esası getirilmiştir. Kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı, mahkemede tanıklık yapma, eşit miras hakkı düzenlemesi ile kadının iktisadi, siyasi ve sosyal yaşama katılımının önündeki engeller kaldırılarak, çağdaş bir toplumda kadının hak ve özgürlüklerine kavuşmasının önü açılmıştır.

Kadın hakları açısından bir önceki döneme oranla inanılmaz haklar getiren Medeni Kanun, zamanla kadın-erkek eşitliğini tam olarak sağlamadığı için (kadınla erkeğin evlenmesindeki yaş sınırının farklılığı, aile reisinin erkek olması, evlenen kadının çalışabilmesi için kocasından izin alması gereği, kadının ikametgâhının kocanın ikametgâhı olması, çocukların eğitiminde son sözün babada olması gibi) eleştirilmiştir.

Aradan geçen süreç içinde gerek ulusal gerekse uluslararası olmak üzere Medeni Hukuk alanında çok önemli gelişmeler olmuş, İsviçre başta olmak üzere Batı Ülkelerinin yasalarında çok önemli değişiklikler yapılmıştır. Türk yasa koyucusu bu gelişmeleri ve değişiklikleri Türk Medeni Kanunu’na aktarmada gecikmeli olarak kısmi bazı iyileştirmeler yapmıştır. Bu alandaki gecikmelerden kaynaklanan sakıncaları (evlilik dışı çocukların mirasçılığı, kadının bir meslek ve sanatla uğraşması için kocasının iznini almak zorunda kalması gibi)  bazen Anayasa Mahkemesi tarafından telafi edilmiştir.  

Medeni Kanun, 1 Ocak 2002’de ise değiştirilmiş şekliyle yürürlüğe girerek,  4721 sayılı Türk Medeni Kanunu adını almıştır. Türkiye 2002’de yapılan Medeni Kanun değişikliği ile daha batılı bir kanuna sahip olmuştur ancak Medeni Kanun’un kendisine tanıdığı hakların gerisinde yaşayan, haklarını bilmeyen, eğitim haklarını da kullanamamış yoğun bir kadın nüfusu mevcuttur. Geleneksel kadın imgesi, üretime katkısı ve evde söz hakkı olmayan, eğitim almamış, gelecek endişesi içinde olan kadını yansıtmaktadır. Amaç elbette herkesin haklarını ve ödevlerini bilebileceği bir hukuk düzeni yaratmak olmalıdır.

Medeni Kanun yürürlükte olmasına rağmen, toplumun bir kesiminin medeni hukuk uygulamasının dışında yaşamaya devam etmesi, bugünkü toplumsal ve siyasal sorunların nedenlerinden biridir. Medeni Kanununla kabul edilmiş olan temel ilkelerin, toplumun bütünü tarafından benimsenmesine yönelik önlemlere gerek duyulmaktadır.

Hukuk kurallarının sağladığı haklardan yararlanmamak bireysel bir tercih ise sorun yoktur. Ama hukukun dışında kalan geleneklere uygun davranış nedeniyle özellikle kadınlar ve çocuklar böyle bir tercih yapmadıkları halde mağdur olmaktadırlar. Doksan seneyi aşkın bir zaman diliminde birçok ilerleme kaydedilmesine rağmen başlık parası, berdel, küçük yaşta evlendirme, imam nikâhı, erkek çocuk doğurma zorunluluğu, kadının sosyolojik olarak boşanma hakkının olmaması, çokeşlilik, töre cinayeti, insana özellikle de kadına birey olarak değer verilmemesi, eğitim düzeyinin düşük olması, kumalık gibi adetler bölgesel normların etkinliği gibi inanç ve davranış kalıpları, var olan hukuki düzenin nüfuz etmesine engel olmakta ve gerek toplumsal, gerek hukuki birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. Kanunların neden uygulanmadığı, ciddiye alınmadığı takdirde berdeller yapılmaya, akraba evliliklerinden sakat çocuklar doğmaya, küçük yaşta dini nikâhla evlendirildiği için eğitim alamayan ve doğururken ölen, resmi nikâhı olmadığı için sosyal güvencesi olmayan insanların varlığı devam edecektir.

Sorunun çözümü için yaşayan hukukla yazılı kuralların çeliştiği noktada buna neden olan etkenlerin belirlenmesi, erkeklerin ve kadınların eğitilmesi, kadınlara verilen mikro kredi olanaklarının artırılması, medyanın etkili bir şekilde kullanılması, az gelişmiş olan bölgelere ekonomik yatırımın yapılması, Anadolu da toprak dağılımını sağlayacak bir reformun yapılması, kuraklığa ilişkin tedbirlerin alınması, göçün sona erdirilmesi, iletişim olanaklarını artıracak yol, internet, telefon gibi altyapıların yapılması, her insanın birey sayılacağı toplumsal bir anlayışın yerleştirilmesi gerekmektedir. Anayasamızda yer alan laiklik ilkesini göz ardı eden gelişmeler, kadını eşit ve özgür bir birey olmaktan uzaklaştıracak olup, bu tür söylemlerden, uygulamalardan ve yasal değişikliklerden geri durulması Anayasal bir zorunluluktur.