“Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle her hareketimde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun?” (s.335) *** Toplum dışına itilmiş ya da kaçmış, uçuk kaçık tavır ve düşüncelere sahip kahramanları yaratan Marcel Proust, Hermann Hesse, Elias Cenetti gibi birçok yazarın eserlerini okuma şansı buldum. Onların kahramanlarını, “Oğuz Atay”ın ünlü eseri “Tehlikeli Oyunlar”ın kahramanı Hikmet Benol kadar kendime yakın hissetmemiştim. Öncelikle kahramanımızın, “…bizim bütün güzelliğimiz, yaşantılarımızla düşündüklerimiz arasındaki acıklı çelişkinin yansımalarından ibaretti.” (s.327) ifadesindeki gibi tüm çelişkileriyle kitabın sayfalarının, hatta cümlelerinin arasına sıkıştığını söylemem abartı sayılmaz. O, tüm çağdaşları gibi, düzenin iki hayat düzlemi arasına sıkıştırdığı “arada kalmış bir insan.” Üç katlı evin ara katına, Biri sevgisiz diğeri bilgisiz iki kadın arasına, Aydın çevre ile gecekondu hayatı arasına sıkışmış; “İkilem dolu bir hayat” sürdürmek zorunda kalmış; yaşadığı gelgitlerde hayatının kıyıları yerine, sürekli kendini tüketmiş. Küçük burjuva-oyun yazarı olan Hikmet, yaşadığı hayata ve içinde bulunduğu çevreye tutunmakta zorluk çekince, kenar mahallede gecekondu dediği bir binaya sığınır. Üç katlı gecekondu adeta toplumun sosyal sınıflarının temsili gibidir. Baştan sona her duygu, düşünce ve olay akışının içinde yer alan, üst kattaki emekli Albay Hüsamettin Tambay otoriter sınıfı, alt kattaki üç çocuklu dul Nurhayat hanım halkı, orta kata yerleşen kahramanımız ise kentli aydın sınıfı, gerçeğe en yakın karakterler olarak temsil etmektedirler. Olaya biraz Freud’vari baksaydık; Nurhayat Hanım ‘benlik’, Hikmet Benol ‘ben’, Hüsamettin Albay da ‘ego’nun temsilcisi olurdu herhalde. Kitapta, Hikmet’in geçmişinde kalan ve yeni hayatının figürlerini, yani gözünde ve kalbinde yer almış tüm insanları, düşünceleriyle ürettiği hayal oyunları içinde harmanladığına tanık oluyoruz. Eski entel çevre, düşlerinde yarattığı çevre, yaşadığı gerçek çevre Hikmet Benol’un düşüncelerinde, gerçek hissi veren hayali bir oyundan ibaret kurguyla birbirine karıştırılmış. Kullanılan isimler de ironik. Adı, belki kendini özel biri olarak gördüğünden, Allah’ın ‘Hikmet’i, soyadı parçalanmış kişilik arayışı içinde ‘Benol’dur. Sevgisiz karısı ‘Sevgi’ ile bilgisiz sevgilisi ‘Bilge’ de bu çizgide seçilmiş isimler. Kitaba “özelik” kazandıran özellik, okurun oyun ile gerçekleri birbirinden ayırma çabasına itilmesi. Anlatılanlar yaşanmış mı, yaşanma beklentisi olan mı, yaşanmamış mı olduğunu ayrıştırmak okurun odaklanmasına/dikkatine kalmakta. Hiçbir şey kesin değil. Bir paragraftaki teslim olmuşluk, bir sonrakinde başkaldırıya dönüşebilmekte.  “Tehlikeli Oyunlar” okunması zor, okurken sabır ve emek gerektiren bir eser. Sayfalar arasındaki düşünceler, duygular, sorgulamalar, hatta olaylar hazmedilemezse, en hafif tabirle sürekli kontrpiyede kalma olasılığı oldukça yüksek. Okur için, -bir bölüm hariç- bu düşünce ve hayal harmanında yol almak, bilinç akışına dayalı yolculuğa eşlik etmek oldukça zorlayıcı gelebilir. Özellikle albayla olan diyaloglarda anlatım veya anlatıcı kaçırılırsa, sonrasını anlayamama olasılığı var. Okurken ipin ucu kaçarsa olayların yaşanıp yaşanmadığı, gerçek olup olmadığı, (hadi ben de ironi yapayım) elinizdeki kitabı okuyup okumadığınızı sorgulamaya başlarsınız. Oğuz Atay okumak, düşünce havuzuna düşmek gibidir. Ancak yüzmeye mecalin ve cesaretin varsa boğulmadan ilerleyebilirsin.  Yine de yazarın kullandığı dil, usta işi mizah anlayışı ve zekâ dolu ironileriyle takdiri hak etmekte. Türk modern edebiyatının başyapıtlarından sayılan, yalnızlığa adanmış destan niteliğindeki ‘Tehlikeli Oyunlar’, okunması gereken eserler listesinin ilk sıralarında yer almalı. Oğuz Atay sevenlere önerilir.  “İnsandan sarhoş oldum, diye düşündü. Çoktandır bu kadar insan içmemiştim. İnsanın hayal bile edemeyeceği bir sarhoşluğun içindeyim.” (s.432)