Açıklamasına şu sözlerle devam etti; “İki gün önce kısıtlamaya rağmen, milletçe coşkuyla kutladığımız 30 Ağustos Zafer Bayramımızın ve yarın kutlayacağımız Eskişehir’imizin düşman işgalinden kurtuluşunun 98.yıldönümünde; Cumhuriyetimizi ve Cumhuriyetin temsil ettiği çağdaş değerlerimizi borçlu olduğumuz Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, silah arkadaşlarını ve şehitlerimizi tekrar rahmet ve minnetle anıyor, Eskişehir’imizin düşman işgalinden kuruluşunun 98. yıl dönümünü de şimdiden kutluyorum. Bir milleti millet yapan, bir arada yaşamaya sevk eden en önemli hususlardan bir tanesi milli günlerimiz ve milli bayramlarımızdır. Başta yönetenler olmak üzere, herkesin milli günlerimize ve milli zaferlerimize saygı duyması ve gerekli hassasiyeti göstermesi gerekmektedir.  Bu önemli günlerin karartılmaya, unutturulmaya ve önemsizleştirilmeye çalışılmasını bu millet asla kabul etmez ve unutmaz.. Kimse kendi ideolojisine ve siyasi düşüncesine göre bu önemli günleri ayrıştıramaz. Günümüz jeopolitiğine bağlı uluslararası siyasetin geldiği nokta itibariyle, Doğu Akdeniz’de SEVR benzeri bir anlayışla ülkemiz karşı karşıyadır. Böyle bir zamanda milletçe bir olmak zorundayız. . 100 yıl önce kendini emperyal güç olarak görenler ve onların maşaları, bugün denizlerimize, milletimizin zenginliklerine göz dikmiş durumdadırlar. Böyle bir ortamda milli birlik ve beraberliğimizin, 100 yıl önceki bağımsızlık ruhumuzun en üst seviyede tutulması gerekirken,  30 Ağustos Zafer bayramımızın yasakçı bir anlayışla gölgede bırakılmasını ve buna ilişkin bir tutum ortaya konulmasını asla kabul edemeyiz. Böyle önemli bir günün günlerce televizyon programlarında dahi tartışma konusu  yapılmasını, Vilayet Meydanı’nın 30 Ağustos Zafer Bayramı nedeniyle yurttaşın zafer bayramını bir coşku içinde kutlamasına mani olacak şekilde barikatlarla çevrilmesini de esefle karşıladığımızı belirtmek isterim. Malazgirt’te bizim, 30 Ağustos ta bizim, Ayasofya’da bizimdir. Yönetenlerin şanlı tarihimizle hesaplaşma tavrından vazgeçmesi gereklidir. Bu tavır ne bunu yapanlara ne de aziz milletimize bir fayda sağlamaz. Devleti devlet yapan, güçlü kurum ve kuruluşlarıdır. Devlet, bireyler üzerinde değil, kurumlar üzerinde yükselir. Bir devlette güçlü olması gereken kurumların başında da Yargı kurumu gelmektedir. Güçlü ve bağımsız yargı, demokrasilerde özgürlüğün  güvencesi, kişi hak ve hürriyetlerinin, hak arama özgürlüğünün teminatıdır.  Siyasal iktidar ve farklı baskı gruplarının etkisinde kalmayan, ideolojik kaygı taşımayan yargı, kuvvetler ayrılığının yaşamsal dayanağıdır. Bağımsızlığı olmayan bir yargı, süreç içerisinde siyasallaşacağı gibi tarafsızlığını da yitirecektir. Ancak ülkemizde Yargı, malesef yürütmenin bir organı olarak görülmeye çalışılmakta, yürütmenin emir ve talimatlarına uygun şekilde davranmaya zorlanmaktadır. Yürütme, bu anlayışından derhal vazgeçmelidir. Sorun sadece yürütmede mi? Yürütmenin bu emellerine çanak tutanlar da bundan sorumludurlar. 2016 yılından bu yana Adli yıl açılış törenleri Yürütmenin merkezi Cumhurbaşkanlığı külliyesinde yapılmaktadır. Geçen yıl krize dönen bu durum, maalesef bu sene de tekrar edilmektedir. Yargıtay, Adli yıl açılış törenini bu sene de Cumhurbaşkanlığı külliyesinde yapmaktadır. Bu durum Yargı bağımsızlığına açıkça aykırıdır ve yürütmenin emellerine çanak tutmaktır.  Yargının en üst mevkiinde olanların, önce yargı bağımsızlığına sahip çıkması ve buna uygun olarak davranması zorunludur. Adli yıl açılış töreninin külliyede yapılmasını, Eskişehir Barosu olarak bir kez daha kınıyor ve yargı bağımsızlığını korumakla yükümlü olan yetkilileri, oturdukları makamlara uygun davranmaya  davet ediyoruz. 2017 anayasa değişikliği ile HSYK , HSK olmuştur. Yapılan Anayasa değişikliği ile Hakim ve savcıların tayin, terfi, disiplin ve özlük işleri ile ilgilenen HSK’nın fiilen tüm üyelerinin, yürütmenin başı tarafından atanması, yargının yürütme erkinin emrine sokulmasına sebebiyet vermiştir. Hakim ve savcılarımız ciddi baskı altındadırlar. Bu baskının derhal kalkması ve yargının bağımsız bırakılması gereklidir. Yargı bağımsızlığından kastımız, sorumsuz bir yargılama düzeni değil, sorumluluk bilinci ile, kendi içinde denetlenebilir, kanunlara ve vicdanlara uygun kararların verildiği bir yargı düzeninin varlığıdır.  Getirilen sistemle yürütmenin istemediği kararları veren hakimler ya görevden alınmakta, ya tenzili rütbeye tabi tutulmakta yada istemediği tayinlere mahkum edilmektedir. Böyle bir ortamda yargı bağımsızlığından bahsetmek abesle iştigaldir. Yargının bağımsızlığı sadece süslü laflarla değil, fiili uygulamalarla kendini gösterir. Gelinen noktada ülkemizde adalet maalesef ortadan kalkmıştır. Hukukun üstünlüğünün değil, üstünlerin hukukunun egemen olduğu bir toplum düzeni inşa edilmiştir.  Bugün ülkemizde adalete olan güvenin dip seviyelere düşmesindeki ana sebep de budur.  Yargı; ancak ve ancak özgürlük felsefesi ile donatılmış, siyasal baskılardan yılmayan yargı mensupları ile hukukun üstünlüğünün teminatı olabilir. Yargıdaki en önemli sorun YÜRÜTME erkinin ta kendisidir. Sınır tanımayan, anayasa, yasa nedir bilmeyen yürütme, Anayasaya bağlı kalarak, devletin her kurumunu kendisine bağlı bir organ haline getirip güçler ayrılığından güçler birliği sistemini yaratma gayretinden kurtulmalıdır. Aksi takdirde ülkemizde ne huzur kalacak, ne adalet ne de can ve mal güvenliği kalacaktır. Yargı kendi mecrasında bırakılmalıdır. Aksi takdirde yargı sistemimiz yargısız infaz sistemine dönüşecektir. Bugün yaşadıklarımız da bunu göstermektedir. Türk yargı sistemimiz kadrolaşmadan dolayı her geçen gün kan kaybetmekte, adil olmayan kararlarla toplumun adalete olan güveni yok olmaktadır. Yeterli donanıma sahip olmayan, iktidar partisinin teşkilat görevlilerinin hakim ve savcı yapıldığı bir ülkede kimse bize yargının tarafsız ve bağımsız olduğundan bahsetmesin. Ülkemizde adalete olan güveni kalmayan yurttaş,  artık yazılı, görsel ve sosyal medyayı bir baskı aracı olarak kullanarak adalet aramaya başlamıştır. Ülkemizde toplumsal baskı oluşturulmadan artık sağlıklı bir karar almak imkansız hale gelmiştir. Bu durum biz hukukçular için kabul edilemez bir durumdur. Sosyal medyanın artık bir baskı aracı olarak kullanıldığı bir ortam, ülkemizdeki adaletin ne noktaya geldiğinin açık delilidir. Adalet toplumsal baskı ile değil, hak ve hukuktan sapmayan, özgür düşünebilen ve kendisini baskı altında hissetmeyen liyakatli yargıçlar eliyle sağlanmalıdır. Ancak savunduğumuz bu idealler gerçekleşemediği için toplum da kendisine göre haklıdır. Liyakatın yerini sadakatin aldığı bir sistemde kimsenin hukuk güvenliği olmaz, olamaz. Böyle bir sistemde adil yargılanma ve doğru mahkeme kararları çıkması beklenemez. Yargının iyileştirilmesi ve yargılama süreçlerinin hızlandırılması amacıyla uygulamaya konulan her yeni düzenleme yargı sistemini hızlandırmak yerine yargıyı daha da yavaşlatmaktadır.  Bölge Adliye Mahkemelerinin yeniden kurulması, Arabuluculuk ve uzlaştırma gibi kurumların yargı hayatına sokulması, geldiğimiz nokta itibariyle bırakın yargılamaların hızlanmasını, her geçen gün yargılamaları uzatan ve vatandaşın hak araması için daha fazla maliyetlere katlanmasına sebep olan bir sistem haline gelmiştir. Yapılacak iyileştirme çalışmalarında sahada görev yapan biz avukatların ve Baroların görüş ve önerilerinin dikkate alınması gerekirken, ben yaptım oldu mantığıyla yapılan bu gibi düzenlemeler yüzünden istenilen amaca ulaşılması da mümkün değildir.  Son 18 yılda 13.000 civarında kanun değişikliği yapılmıştır. Bu değişiklikler, genellikle hukuk literatürümüze yeni girmiş olan torba yasalarla gerçekleştirilmektedir. Torba yasa denen kavram ile birbiriyle alakası olmayan her türlü kanun değişikliği bir arada yapılmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi bir fabrika gibi çalışmakta, neyin kanunlaştırıldığını dahi bilmeden meclisten geçirilen yasalarla ülkemiz tam manasıyla bir kanun karmaşası devleti haline gelmiş bulunmaktadır. Yine Ülkemizde son yıllarda giderek artan biçimde temel kanunlarda da değişiklik yapılmaktadır. Bu değişikliklerin hemen hemen tümü hiç tartışılmadan, ilgili kişi ya da kurumlara görüşleri sorulmadan, aceleyle Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilerek kısa sürede kanunlaşması sağlanmaktadır. Acele ile kanunlaştırma telaşı bir süre sonra aynı kanun üzerinde defalarca değişiklik yapılması zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır. Kürsü hakimlerinin ortalama kıdeminin 2,5-3 yıl olması göz önüne alındığında, mahkemelerden de adil kararlar çıkması her geçen gün zorlaşmaktadır.Tüm itirazlarımıza rağmen, her şehre kadrosu olmayan hukuk fakültelerinin açılması, kontejyan sınırlamasının istediğimiz seviyeye bir türlü çekilmemesi, niteliksiz hukuk fakültesi eğitimi sonucu mezun edilen binlerce genç hukukçu maalesef meslek yaşamlarında bin türlü sorunla karşı karşıya kalmaktadırlar. Avukatlık sınavının 2020 yılı için uygulanması talebimiz oy kaygısı ile 2024 yılından itibaren uygulanmaya başlayacaktır. Bu süreçte 80.000 hukuk fakültesi mezunu daha aramıza katılacaktır. Ülkemizin çok sayıda hukuk fakültesi mezununa değil, nitelikle hukukçulara ihtiyacı vardır. Popülist politikalarla ülkemizde hukuk, maalesef can çekişmektedir. Bunun telafisi de neredeyse imkansız hale gelmiştir. Unutulmasın ki; hukuk bir gün herkese lazım olacaktır. Avukatların meslek alanı sürekli olarak daraltılmakta, münhasıran avukatlar tarafından yerine getirilebilecek faaliyetlerin sayısı giderek azaltılmaktadır. Bu kadar hukuk fakültesi mezununu ortaya çıkaran sistemin, acilen bu konulara çözüm üretmesi beklenmektedir. Bekleyen bunca meslek sorunu varken bunları görmezden gelerek siyasi rant hesabıyla mesleğin sorunu olmayan konulara kanalize olmak ve bu konuda düzenlemeler yapmak, mesleki sorunlarımıza her geçen gün bir yenisini eklemekten başka bir şey değildir. Yargının 3. ayağı olan avukatlar ve onların meslek örgütleri Barolar, siyasal iktidarın istediği gibi davranmadığı için, güç erkini elinde bulunduran siyasal iktidarın hukuksuz uygulamalarına karşı her zaman haklı bir duruş sergiledikleri için bu durum iktidarı rahatsız etmektedir.  Baroları kendi ideolojisine göre şekillendiremeyen siyasal iktidar, dünyada örneği olmayan çoklu baro sistemini getirerek baroları bölme ve baroları siyasetin tam da göbeğine koyma girişimini, tüm mücadelemize rağmen maalesef yasalaştırmıştır. Hem de bu yasa 15 Temmuz günü onaylanmıştır. Getirdikleri düzenleme ile baroların siyasetten uzaklaştırılacağını, baroların meslek sorunlarına odaklanmasını sağlayacaklarını belirten iktidar mensupları meslek sorunlarımızın temel kaynağının kendileri olduğunu görmezden gelerek,  baroları tam da siyasetin aracı haline getirmeyi amaçlamıştır. Süreç boyunca bunu her platformda haykırmamıza rağmen, bizlere kulak tıkayan, dikkate almayan iktidar ve yandaşları bizim haklı mücadelemizi ve söylemlerimizdeki haklılığımızı fotoğraflarla ortaya koymuşlardır. Mevcut baroların görevlerini bırakıp siyaset yaptığını ve hatta bir kısım siyasi partilerin yanında ve arka bahçesi durumunda olduğunu iddia edip, baroların hukuksuzluklara karşı haklı serzenişlerini bu şekilde gerçeğe aykırı olarak etkisizleştirme ye   çalışanlar,  Ankara da 2 nolu Baro kurulmasıyla ilgili bir siyasi partiden kuruluşla ilgili emir ve talimat  aldıklarını Twitter hesabından paylaşanlar hakkında  ne düşünmüşlerdir? O fotoğraf karesinde bu yasanın çıkmasına destek verenler, kuruluşla ilgili emir ve talimat verenler de vardır. Bu yasayı çıkartanlar, baroları siyaset yapmaktan kurtaracaklarını iddia edenler, söyledikleri ile yaptıkları örtüşmeyenler, bizlerden ve halkımızdan özür dileyecekler midir? Samimiyetten nasibini almayanlar, unutmayınız ki; biz avukatız, biz kimseden emir ve talimat almayız. Emir ve talimatla baro kurmaya kalkanlar bırakın baro kurmayı, emir aldığınız siyasilerin teşkilat başkanlığını yapın.  Barolar hiçbir siyasi partinin arka bahçesi değildir ve olamaz.. Siyasilerden emir ve talimat alarak baro kurmaya kalkanlar, cübbelerine düğme dikenler,   Cumhuriyetin avukatları, aydınlanma devriminin avukatları olan bizler  cübbelerimize düğme dikmeyeceğiz. Her daim hakkı ve hukuku savunmaya, kimseden emir ve talimat almamaya, meslek onurumuzu korumaya ve doğruları söylemeye, onurlu ve dik  duruşumuzdan ödün vermeden görevimizi yapmaya devam edeceğimizi  buradan bir kez daha haykırıyoruz.  Burada sözlerime son verirken, hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir Türkiye özlemi ile yeni adli yılın; meslektaşlarımıza, yargı camiamıza, ülkemize ve adalet bekleyen tüm yurttaşlarımıza hayırlı olmasını diler ve hepinize en derin sevgi saygılarımı sunarım.”

Editör: TE Bilişim