Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1800’lü yılların sonunda futbol ile tanışan Türk insanı özellikle 1959’da bugünkü adıyla Süper Lig’in kurulmasıyla daha çağdaş bir yapıya kavuştu.  Türk Futboluna önemli hizmetleri geçen dönemin Futbol Federasyonu Başkanı Orhan Şeref Apak’ın öncülüğünde 1963 yılında 2. Ligin kurulmasıyla da futbol bütün Anadolu’ya yayılarak ata sporu olan güreşin önüne geçti.

***

Anadolu bozkırının yoksul kenti Eskişehir’de henüz 1940 yılında Demirspor’un Ankara’da oynadığı final maçında Fenerbahçe’yi 3-1 yenerek şampiyon olması futbolu Eskişehir’de de popüler hale getirdi. Altyapı kavramının henüz tam olarak bilinmediği 50’li yıllarda mahalle aralarındaki arsalarda top oynamaya çalışan Eskişehirli gençler Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe gibi Türk futbolunun lokomotifi olan kulüplere transfer olarak ülke futboluna damga vurmaya başladı.

***

***

İşte bunlardan biri de Eskişehirspor’un unutulmaz yıldızlarından Abdurrrahman Temel’di. 1950 yılında Eskişehir’de doğdu.  Çocuk yaşlarda meşin yuvarlağın arkasından koşarken ileride büyük futbolcu olacağının sinyallerini vermeye başladı. Mahalle aralarındaki arsalar ona dar gelince 1963 yılında henüz 13 yaşındayken ilk kulübü olan şehrin en eski amatör takımlarından Çelikkartal’ın formasıyla tanıştı. Kısa sürede herkesin beğenisini kazanmaya başlamıştı.

***

Eskilerin futboldaki bazı yetenekler için sıkça kullandığı bir deyim vardı; “Allah bu çocuğu sanki futbolcu olarak yaratmış” derlerdi. Gerçekten de Allah ona futbol adına bütün yetenekleri cömertçe sunmuştu. Öyle ki; daha küçük yaşlarda her iki ayağını da aynı ustalıkta kullanma becerisine sahipti. Güçlü sezgisi, futbolun olmazsa olmazı tayming (zamanlama) yeteneği, müthiş futbol zekâsı ve ikili mücadelelerden çoğunlukla galip çıkması, markajdaki ustalığı onu diğer arkadaşlarından farklı kılıyordu.

***

Daha sonra şehrin adeta bir altyapı takımı olan ve yetenekli gençleri kadrosunda barındıran Gülspor, sonra da Güllükspor forması giymeye başladı. Bu kulüplerde yaptığı düzenli antrenmanlar ve maçlar onun diğer yeteneklerini de ön plana çıkardı.  Oyunu iyi okuyan, oyun içinde rakibinin zayıf yönlerini çabuk fark eden, 90 dakika bitmeyen enerjisiyle sahanın her bölgesini kullanan, her geçen gün gelişen üstün tekniği ve hava hakimiyeti ile kaleci hariç hemen her mevkiinde rahatlıkla oynayacak kapasiteye ulaşmıştı.

***

***

Başarı merdivenlerini birer ikişer değil adeta beşer onar tırmanıyordu. Onun yeteneklerini en çarpıcı şekilde şu örnekle anlatabiliriz; 1968 yılında henüz 18 yaşında 1. Amatör Küme’de oynarken.  3. Lig, 2. Lig, 1. Lig’de oynamadan direkt olarak Süper Lig’de üstelik o yılların tartışmasız en güçlü en görkemli takımı Eskişehirspor’un değişmez oyuncuları arasında yer almaya başladı. İsmail Arca, Süreyya Özkefe, Nuri Toygün, Faik Şentaşlar, İlhan Çolak gibi dönemin en büyük savunma oyuncuları arasında genç bir yıldız gibi parlamaya başladı.

***

Tabii ki, yalnızca Eskişehirspor forması giymekle kalmadı. Üstün özellikleri onu kısa sürede futbolun zirvelerine çıkartarak A Milli Takım formasına kadar taşıdı. Anadolu’dan Genç Milli takıma bile seçilmenin büyük bir onur olduğu yıllarda, henüz Güllükspor da oynarken tanıştığı Genç milli takım formasından sonra Ümit ve A Milli takımda 19 kez başarıyla görev yaptı. Hatta 1967 yılında Genç Milli takım ile çıktıkları bir Kıbrıs turnesinde Bursaspor’un efsane futbolcularından Orhan Özselek’in: “Apo, seni izlemek gerçekten büyük bir zevk, sen dünyanın neresinde oynarsan oyna seni seyretmeye seve seve gelirim” ifadeleri tatlı bir anekdot olarak belleklere kazınmıştı.

***

***

Yine başka ilginç bir anekdot ise şu şekildedir; Eskişehirspor Balkan Kupası’nda Yugoslavya takımı Radniçki Niş ile 12 Ekim 1975’te deplasmanda oynadığı final maçında karşı karşıya gelir ve Abdurrahman Temel her zaman olduğu gibi yine mükemmel bir futbol ortaya koyar. Ertesi gün yayımlanan Yugoslav gazetelerinden birisinin manşeti şu şekildedir: “İmparator Alman Franz Beckenbauer’dan daha büyük futbolcu varmış ama bizim haberimiz yokmuş!” Abdurrahman Temel’in kısa süren futbol yaşamında daha böyle onlarca ilginç anekdot vardır.

***

Futbol yaşamı boyunca düzgün karakteriyle, candan dostluğuyla ve hiçbir maçta kırmızı kart görmeyecek kadar centilmenliği ile ön plana çıkmıştı.            En parlak dönemlerinde bile formasını ve armasını baş tacı yapmış, başta üç büyükler tarafından gelen transfer tekliflerini elinin tersi ile iterek “Hayatımın belki de en kötü günü 1982’de Beşiktaş’a yenilerek 1. ligden düştüğümüz günkü ruh halimdir” sözleriyle Eskişehirspor sevdasını en veciz şekilde ifade etmişti.

***

Ne var ki; kısa sürede futbolun zirvelerine çıkan genç oyuncu arka arkaya talihsiz sakatlıklar yaşamaya başlamıştı. Elazığspor ile yapılan bir Türkiye Kupası maçında dizinden aldığı ağır darbe onu futbolunun en verimli çağında, henüz 27 yaşında, yeşil sahalardan koparır.  Futbolu bıraktıktan sonra da yaşadığı şanssızlıklar onun yakasını bir türlü bırakmaz. Bu kez de hastalıklarla boğuşmak zorunda kalır. Ve 5 Mayıs 1989 tarihinde geride gözü yaşlı bir eş, iki çocuk, binlerce taraftar bırakarak yaşama veda eder ve  Eskişehirspor’un ölümsüz oyuncuları arasında seçkin yerini alır…

***