Bugün 24 Ocak. Bugün Gazeteci Yazar Uğur Mumcu’nun 29’ncU ölüm yıldönümü.

SAKINCALI PİYADE

Gazeteci-Yazar Uğur Mumcu 24 Ocak 1993’te Ankara’da Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konulan bombanın patlaması sonucu suikasta kurban giderek yaşamını yitirmişti.  O çok şey bilen bir sakıncalı piyadeydi. Çok şey bildiği, karanlığı aydınlığa kavuşturacağı için onu katlettiler. Aradan 22 yıl geçmesine rağmen, onu katledenler ve o emri verenler hala bulunamadı. 

ÖZLEMLE ANACAĞIZ

Türk Halkı Mumcu’nun kıymetini bildi. Adını unutmadı, unutturmadı. Bugün tüm Türkiye genelinde yapılacak etkinlikler ve törenlerle büyük gazeteci Uğur Mumcu’yu özlemle anacağız. Bedri Rahmi Eyüpoğlu, aslında Nazım Hikmet için yazdığı ve ölümünden sonra hep Uğur Mumcu için söylenen  ‘Yiğidim Aslanım Türküsü’ndeki “Ne bir haram yedin ne cana kıydın/Ekmek gibi temiz su gibi aydın/Hiç kimse duymadan hükümler giydin/Döşek diken diken yastık batıyor/ Yiğidim aslanım aman burda yatıyor” dizelerindeki gibi “Ekmek gibi temiz su gibi aydındı”

“ÖYLEYSE VURUN BENİ”

Uğur Mumcu, Ben, Atatürkçüyüm. Ben, Cumhuriyetçiyim. Ben, laikim. Ben, anti-emperyalistim. Ben, tam bağımsız Türkiye'den yanayım. Ben, özgürlükçüyüm. Ben, insan hakları savunucusuyum. Ben, terörün karşısındayım. Ben; yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım. Dün sabaha değin, araştırarak yazdığım hiç bir konuyu yalanlayamadınız. Öyleyse vurun, parçalayın! Her parçamdan benim gibiler, beni aşacaklar doğacaktır!'' demişti.  Türkiye’yi karanlığa götürmek, bölüp parçalamak isteyenlerin cirit attığı şu günlerde; Uğur Mumcu'nun bu çivi gibi sözleri, hep aklımızda kalmalı ve kulaklarımızda çınlamalıdır

/////////////////////////////////////////////

‘Hiçbir Şey Korkuya Dayanan Saygı Kadar İğrenç Değildir’

Adam seyahatten dönmüş, akşam yemekten sonra sormuş: “Eeee ne var, ne yok bakalım!” Kadın boynunu bükmüş: “Ne olsun, otobüste adamın biri gözlerini dikti bakıyor...” Adamın şivesi biraz bozuk: “Du bakalım ne olacak?” Kadın devam etmiş: “Apartmana girdim adam peşimde! Asansöre bindim, dairenin kapısını açtım adam peşimde...” “Du bakalım ne olacak?” Kadın olanları anlatmaya devam ediyor: “Yatak odasına girdim, soyundum, makyajımı temizledim, boy aynasında kendime baktım, ışığı söndürdüm, hafif kırmızı loş, yatağa uzandım.” Adam yine, “Du bakalım ne olacak?” deyince kadın dayanamamış: “Ulan sersem herif, olanlar oldu, daha ne bekliyorsun?”

Ülkemizde sistematik şekilde Atatürk ve onun kurduğu Cumhuriyete karşı her türlü saldırının olduğu, ‘Keşke Yunan galip gelseydi’ diyenlerin baş tacı yapılırken, bırakın Mustafa Kemal’e ‘onun annesine bile her türlü iftiraların atıldığı’, ekranlarda laiklik düşmanı şarlatan ‘din bezirganlarının boy gösterdiği’, Yedi milyon mültecinin ‘tüm yükünün Türk halkının sırtına yüklendiği’, devletin tüm kurumlarının ‘saygınlığının bilinçli şekilde’ yok edildiği, başta üniversiteler ve okullar olmak üzere tüm kurumlarda gerici vakıfların cirit attığı, 'bilimin değil de cehaletin prim yaptığı', afetlerde bilim adamlarına değil de din adamlarına itibar edildiği, adam yerine konulmadıkları için ülkenin yetişmiş beyin gücünün yurt dışına gitmek zorunda bırakıldığı, hukukun ayaklar altına alındığı, insafsız vergi ve zam yağmurlarının yağdığı, araç sayısı garantili köprülerin, hasta garantili hastanelerin olduğu, Cumhuriyet kazanımlarının satıldığı, 'sendikaların emekçinin değil de güç sahiplerinin yanında olduğu', iflasların ve intiharların olağan hale geldiği, Ülkeyi yönetenlerin kendi evlatlarına değil de hep arablara ağladığı, çocuklara tecavüz edenleri korumak için yayın yasaklarının getirildiği, kanunların kadınları koruyamadığı ortamda ne yazık ki ülkemizde hala “Du bakalım ne olacak?” diyenlerin sayısı çok ama çok fazla!.. Başımıza bundan fazla daha ne kötülük gelecek? Albet Camus çok güzel söylemiş. “Hiçbir şey korkuya dayanan saygı kadar iğrenç değildir” diye...

/////////////////////////////////////////////

“3310 Şehit Oldu”

Tarih 24 Ocak 2001. Yer Diyarbakır. Akşam televizyon haber bültenlerinde Bir telsiz görüşmesi. “Saat 18.50: Merkez, merkez. saldırıya uğradık, saldırıya uğradık /Merkez :olay yeri neresi?/ Yaralı Polis: Şehitlik Mevkii/Merkez : zaiyat var mı, zayiat var mı?/Yaralı polis: şehidimiz var./ Merkez : Sayın 3310'un durumu ne? /Yaralı polis: başımız sağolsun...”

HAİN SALDIRI
3310 Diyarbakır Emniyet Müdürü merhum Ali Gaffar Okkan’ın telsiz anonsuydu. O günden beri 3310 anonsunu her duyduğumuzda Ali Gaffar Okkan aklımıza geliyor. 1986-1993 yılları arasında Eskişehir’de önce Asayiş Şube Müdürü, sonra Emniyet Müdür Yardımcısı olarak görev yapan Okkan, 21 yıl önce hain bir saldırı sonucu şehit edildi. Eskişehir’de Polisgücü Hentbol takımını kuran Okkan, spor ile halkı bütünleştirmeye çalıştı. Eskişehir’de başarıyla görev yaptıktan sonra 1993 yılında Kars Emniyet Müdürü oldu. Oradan 18 Kasım 1997 yılında Diyarbakır’a atandı. Okkan burada, Hizbullah'ın çökertilmesinde çok önemli bir rol oynadı. Kadın polisler Diyarbakır'da ilk kez onun emriyle sokağa çıkarak, trafiği yönetti. Okkan; İki küçük otomobil aldı ve mavi-beyaza boyattı, İkişer kadın polis görevlendirdi. Bir otomobil kaybolan çocukları toplayıp ailelerine teslim ediyor, diğeri de yürümekte zorlanan yaşlılara yardım ediyordu.

HUZUR GETİRDİ
Havaalanındaki kadın polisler yaşlı yolcuların bilet işlemlerini yaptı, uçağa kadar götürdü. Havaalanına tekerlekli sandalye aldırdı. Okkan'ın ilklerinden biri de şehrin kritik noktalarına kurdurduğu kameralardı. Gece yarılarına kadar makam odasındaki dev ekranda sokakları gözlerdi. O’nun sayesinde Diyarbakır’a huzur geldi. Artık halk akşamları rahatça sokakta dolaşabiliyordu. Diyarbakırspor’a büyük destek verdi. Diyarbakırspor sevgisiyle halkın gönlünü fethetti. Çok sevdikleri Emniyet Müdürü'nün öldürülmesine tepki gösteren Diyarbakır halkı, cenazenin olduğu gün kepenk kapattı ve şehrin sokaklarında protesto yürüyüşü yaptı. Diyarbakır’da hiçbir Emniyet Müdürü O’nun kadar sevilmedi. O’nun cenazesini memleketi Sakarya Hendek’e 100 binlerce Diyarbakırlı uğurladı. Bu cinayet hâlâ çözülmedi. Hizbullah’ın yaptığı iddia edildi. JİTEM suçlandı. Aradan 21 yıl geçti. Ama failleri hala yakalanamadı. O’nu rahmetle anıyorum. Mekanı Cennet olsun...

/////////////////////////////////////////////

Bir Küfür En Büyük İltifat Olabilir

Yıl, 1879... Gazetecinin biri, Victor Hugo’ya soruyor: “Eserleriniz ve siz bugüne dek çok olumlu eleştiriler aldınız, çok övüldünüz. Bunlar arasında sizi en çok hangisi hoşnut etti?” Hugo başlıyor anlatmaya: “Karlı bir kış gecesiydi. Eş dostla yiyip içmiştik. Mesafe kısa diye, evime yaya olarak dönüyordum. Fena halde sıkışmıştım. Hızlı adımlarla, malikânemin bahçe kapısına vardım. Kapı kilitliydi. Var gücümle uşağıma seslendim: ‘İgooooooor!’ Defalarca haykırmama karşın İgor’un beni duyduğu yoktu. Sidik torbam Atlas Okyanusu büyüklüğüne ulaşmıştı. Altıma kaçırmak üzereydim. Yaşlılık işte. Çaresiz, bahçe duvarına yanaştım, etrafa bakındım, görünürde kimse yoktu, fermuarımı indirdim ve su dökmeye başladım. Tam o sırada arkamda bir at arabası durdu. Hiç kıpırdamadan, sessizce işiyordum. Arabacı nefret dolu bir sesle ‘Seni haddini bilmez, buruşuk o... çocuğu! O işediğin, Sefiller’in yazarı Victor Hugo’nun duvarıdır!’ dedi.
“İşte, hayatımda duyduğum en iltifat dolu söz buydu.”

/////////////////////////////////////////////

DÜNYA TARİHİ

Beni de Bekle Baba

Yıl 1940. Britanya Kolombiyası´na yürüyen askerler ve annesinin elinden kurtularak babasına yetişmeye çalışan bir çocuk.

/////////////////////////////////////////////

UNUTULMAZ REPLİKLER

Yeni bir ulusun inşası kadınla başlar. Çünkü anne, çocuğun ilk öğretmenidir. Onun çocuğa verdiği mesajı, çocuk dünyaya verir.” Malcolm X

/////////////////////////////////////////////

FIKRA

Seve Seve İçerdim

Churchill, avam kamarasında konuşurken, muhalif partiden bir kadın milletvekili, Churchill' e kızgın kızgın söyle seslenir:
"Eğer, karınız olsaydım, kahvenizin içine zehir karıştırırdım."
Churchill, oldukça sakin kadına döner ve lafı yapıştırır:
“Hanımefendi, eğer karım siz olsaydınız, o kahveyi seve seve içerdim."

/////////////////////////////////////////////

ÇİVİ

“Bütün susturulmuşlar ya da dilleri elinden alınmışlar, dünyaya gözleriyle söylerler söyleyeceklerini.” Murathan Mungan