Cumhuriyetimizin kurucu kadroları, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa Devletlerinin yakaladığı bilimsel gelişmişlik düzeyine ulaşamadığı için yıkıldığını görmüşlerdi. Onlar, emperyalist devletlerin “Hasta adam” diye tanımladığı, Osmanlı Devleti ile aynı kaderi paylaşmamak için “Ulusal temele dayalı, akıl ve bilimin öncülüğünde çağdaş ve yaygın bir eğitim anlayışını” hedeflemişlerdi.

Ama işleri hiç kolay değildi…

Cumhuriyet, Osmanlıdan karmaşık ve devrimlere karşı dirençli bir eğitim sistemi devralmıştı. Dini ağırlıklı eğitim veren medreseler, kısmen daha modern Tanzimat okulları, sıbyan mektepleri, azınlık ve yabancı okulları faaliyetlerini  “kendi bildikleri gibi ” sürdürüyorlardı. Ülkedeki okuryazar oranı yüzde 7-8 civarındaydı.

1923-24 öğretim yılında ülkede sadece 23 lise ve1241 lise öğrencisi vardı. Aynı yıllarda ülkede bir üniversite ve burada okuyan 2088 öğrenci bulunmaktaydı.

23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasından sonra kurulan ilk hükümette Maarif Vekaleti’de yer almıştı. Kurtuluş Savaşı’nın en bunalımlı günlerinin yaşandığı 16 Temmuz 1921’de Ankara’da Maarif Kongresi’nin yapılması, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının  Cehaletle savaşın düşmanla savaşmak kadar önemli olduğuna” inandıklarını gösteriyordu.

 “ULUSAL, ÇAĞDAŞ ve LAİK EĞİTİM…”

Cumhuriyetimizin önder kadroları, eğitim programlarının bir yandan toplum gereksinimlerine cevap vermesi, öte yandan çağdaş bir nitelik taşıması gerektiği görüşündeydi.

 “Şark’tan gelen dogmalara ve Garp’tan gelen emperyalist baskılara” ancak ulusal bir eğitim anlayışı ile karşı çıkılabilirdi.  Bu yüzden Cumhuriyetin eğitim sistemi, temel hedefine ulus olmayı koydu. Bu sayede devletin tüm bireylerinin “eşit haklara sahip özgür yurttaşlar” olması bekleniyordu. Yeni kamusal düzende eğitim, bireyleri, coğrafi mekânlara, etnik ve dinsel kimliklerin içine kapatmak yerine toplumun bütünüyle buluşturan bir işlev üstlendi.

Mustafa Kemal, 1924’te,öğretmenlere yaptığı konuşmada “Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir, fendir” diyerek çağdaş ve laik bir eğitim sisteminin gereğini vurgularken; öğretmenlerden artık fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmelerini” istiyordu.

“EĞİTİMDE BİRLİK VE KARMA EĞİTİM…”

3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Cumhuriyet eğitiminin yönetim yetkisi Milli Eğitim Bakanlığı’na verildi.  Bu hukuksal düzenleme ile kültürel ikilik kurumsal bağlamda kaldırıldı, medreseler kapatıldı, eğitime laik bir karakter kazandırma süreci başladı.

Öncü kadrolar,“karma eğitim ilkesi” ile eğitimde cinsiyet ayrımının kaldırılmasını,  tüm çocukların eğitim olanaklarından birlikte ve eşit olarak yararlanmalarının sağlanmasını en temel hedeflerinden biri olarak belirlemişlerdi.

Cumhuriyetin ilk on yılı eğitimi yaygınlaştırma, ulusal eğitim politikalarını uygulama, öğretim programlarını, öğretmen yetiştirme yöntemlerini geliştirme çabalarıyla geçti. Bu süreçte, Yeni Türk Harflerinin kabulü ve Millet Mektepleri’nin açılmasıyla yetişkin okuryazarlığında ve eğitimde büyük mesafelerin alındığı “mucize” bir dönem yaşandı.

1936’da başlatılan Köy Eğitmen Kursları ile 1940’da açılan Köy Enstitüleri deneyimi başarıyla yürütüldü ancak bu başarı 1945’ten sonra verilen “siyasal ödünler” sonucunda önce duraksatıldı,1954’de tümden durduruldu.

1933 yılında başlatılan “Üniversite Reformu” çalışmaları Türk üniversitelerinin daha üst bir düzeye ulaşmasına önemli katkılar yaptı.

1932-1950 arasında çok yönlü eğitim veren Halkevlerinin açılması, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu’nun kurulması,1940-1946 arasında dünya kültür klasiklerinin Türkçeye çevrilmesi eğitim ve kültür dünyamızı büyük ölçüde geliştirdi.

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği ve ardından çok partili siyasal yaşama geçildiği süreçte kurulan yeni dünya düzeninde kendine yer bulmaya çalıştı. Bu dönemde siyasi iktidarların “Küçük Amerika olacağız..” söylemiyle izledikleri politikaların sosyal ,ekonomik ve kültürel değişimlerinden eğitim sistemimiz de etkilenmekten kurtulamadı. Yaşanan tüm zorluklara karşın 98. Yıl dönümüne ulaştığımız Cumhuriyetin eğitim izleminin düşünsel temelinde, Türkiye Cumhuriyeti’ni ilelebet yaşatacak nesillerin yetiştirilmesi yatmaktadır. Şüphesiz ki Cumhuriyet kuşakları, bu görevin bilinci içinde kendilerine bırakılan emaneti koruyacaklar ve Türkiye Cumhuriyeti’ni Atatürk’ün önderliğindeki kurucu kadroların çizdiği aydınlık yolda sonsuza dek yaşatacaklardır.