Bir ikindi vakti, tam da tramvay durağını gören masalardan birinde oturuyorduk İhsan’la. Mevsim sonbahardı, kafe serindi, içtiğimiz çay ısıtıyordu içimizi. Sapsarı yapraklarla doluydu her yer. Gözlerimi dışarıdaki kalabalığa dikmiş öylece bakıyordum. “Bu gençlerin de ellerinden telefon düşmüyor hiç!” dedi İhsan. Sesi derinden geliyordu; gözlerimi dışarıdan ona çevirdim. Çıkık alnının içine iyice gizlenmiş gözleri, kuytu yerinden bana bakıyordu. Konuşmasına devam etmeden önce derin bir iç çekti, ardından ekledi: “Z kuşağı bunlar mı?” diye sordu kafedeki gençleri göstererek. “Hepsi değil” dedim. “Uzmanlar, internetsiz yaşamı hiç hatırlamayan 2000 yılından sonra doğan çocuklara Z kuşağı adını veriyor” diye ekledim. “Biraz anlatsana bana” dedi kısık tonda. Devam ettim: “Bu kuşak teknoloji ile çevrili bir dünyaya gözlerini açtı ve çevrelerinde var olan ileri teknolojileri kullanarak büyüyor. Onlara teknolojik tanımda dijital yerliler deniyor. Bunlar Dünya’nın her yerinden çevrimiçi insanlarla tanışıyorlar ve gene ülke sınırlarını terk etmeden, dünyadaki diğer akranlarıyla bağlantılar kurup arkadaşlık ilişkileri geliştirebiliyorlar. Bu zamanın çocukları çelik çomağı, saklambacı, misket oynamayı, yakan topu bilmiyorlar. Bayram tebriklerini, mektup yazmayı, akrostişlerden oluşmuş aşk şiirlerini bilmiyorlar. Telefonları olmadan sokağa çıkmayan, tableti elinden düşürmeyen bu kuşağın, sınıfları da teknolojik olanaklarla dopdolu, dersliklerindeki akıllı tahtalar ve diğer cihazlar onları kuşatmış durumda. Böyle bir teknoloji ile büyümek, milyonlarca bilgiye anında ulaştırıyor onları. Öğretmenler, anneler babalar onları dört duvar arasında tutup bir şeyler öğretebilirler mi? Onları sınıflarda ve evlerde tutarak öğrenmeyi dört duvar arasında sığdırabilirler mi?” İhsan dikkatlice dinliyordu beni. Devam ettim: “Bu çocukların avuç içi bilgisayarları var. İstedikleri an yaşamı ayaklarına getirebiliyorlar; odalarını terk etmeden ilgi duydukları herhangi bir konuyu öğrenip, ara yüzleri kullanarak daha çok araştırma yapabiliyorlar. Ve özgürlüklerine inanılmaz düşkünler. Kısacası, bizim yaşadığımı geçmişi yaşamak istemiyorlar. E haklılar tabi, biz susmaya alıştırılmıştık, onlar susmuyor; biz sorgulamıyorduk, onlar sorguluyor, biz itaat ederdik, kurallara uyardık, onlar da kurallara uymak istiyor ancak kuralları hep birlikte belirlemekten yanalar.” “Ya alfalar?” dedi İhsan araya girerek; “onlardan da bahseder misin biraz ne benzerlikleri var?” 2013 ile 2030 yılları arasında doğan veya doğacak olanlar ise alfa kuşağı olarak adlandırılıyor. Bilgiye erişme gücü açısından diğer kuşaklara göre daha şanslı olan bu kuşak, sahip oldukları ve hayatlarına dâhil ettikleri tüm teknolojileri kişiselleştirebilme becerisine de sahip olacak. Diğer nesillere göre daha az konuşacaklar, etraflarındaki diğer bireylerle sohbetleri oldukça kısıtlı olacak ve gerekmedikçe kimseyle fiziksel temaslarda bulunmayacaklar. Onların yaşamında sanal dünya ve robotlar olacak şöyle ki; bu kuşak anne ve babaların harcama davranışlarını değiştirecek, anne babalar her çocuk için teknolojiye ciddi paralar harcayacaklar. Sanal gerçeklik bu çocukların merkezlerinde olacak. Alışverişlerini çevrimiçi yapacaklar. Böylece daha az insanlar etkileşime girecekler. Yapay zekânın ürettiği teknolojilerle daha çok zaman geçirecekler hatta robot arkadaşları olacak. Neredeyse tüm dijital yerliler, yani sözünü ettiğimiz kuşak bir telefona ve bir bilgisayara sahip. Tamamının cep telefonu var ve bunların çoğu da akıllı telefon. Uykuda geçen süre dışında neredeyse sürekli olarak ellerinde. Günlerinin ortalama dört, beş saatini telefonlarını kullanarak geçiriyorlar. Büyük çoğunluğu tek bir gün bile internetsiz yaşayamayacağını söylüyor. Dijital yerlilerin çoğu telefonu yanında değilken kendisini dış dünyadan bağlantısı kopmuş gibi hissediyor. En çok kullandıkları sözcükler, “ulaşılamamaktan nefret ediyorum. Genel olarak tüm gün arkadaşlarımla telefon üzerinden iletişim kuruyorum. Telefonumu unuttuğum zaman bazı şeyleri kaçırdığımı hissediyorum” oluyor. İhsan çatallaşan sesiyle sordu: “Biz bu çocukları yargılamadan, onların ne istediklerine nasıl odaklanıp, onları nasıl anlayacağız?” “Bu hiç de kolay olmayacak” deyip ekledim.

“Dijital yerlilerin en önemli özellikleri: Bilgiye hızla erişmek istemeleri, metin yerine grafiği tercih etmeleri, bir makaleyi rastgele okumaları, ciddi çalışma yerine oyunu tercih etmeleri, bir anda birden fazla işi yapmaktan hoşlanmak, keşfederek ve buluşa dayalı öğrenmeyi istemeleri olarak gösterilebilir. Günümüzde yaşanan salgın hastalık dijital yabancılara yani teknoloji ile sonradan tanışanlara teknolojiyi öğrenmeyi ve önemsemeyi öğretti. Düşünsene dedim. Hastane randevularını, HES kodu uygulamalarını, aşı randevularını ve günlük yaşamda pek de alışık olmadığımız çevrimiçi alışverişi internet üzerinden organize etme ihtiyacı hissettik. Bunu kullanmayı öğrenemeyenler ise belki de ilk kez bu dünyaya yabancı olduklarını kabullenmek zorunda kaldılar. Bu kuşakla aynı ortamları paylaşıyor, aynı restoranlarda yemek yiyoruz. Onların düşünme yapıları, argümanları, zihin haritaları bizden farklı, onları kendimize benzetmeye uğraşmak yerine, saygı duyup, birlikte yaşama kültürünü içselleştirmemiz gerekiyor. Bu nedenle eğitimcilerin, anne ve babaların ve siyasetçilerin bu kuşağı iyi okumaları ve anlamaları, derslerine iyi çalışmaları en önemli ödevleri arasında yer alıyor. Sınıfta kalmamanın koşulu bu,” deyip İhsan’a baktım. Gözlerini yere bırakmış düşünüyordu. Belki de gençliği gelmişti aklına, yeşil parkesi içinde Eskişehir ayazında titrediği günler iki damla yaş eşliğinde akarken güzünden, kafeden yükselen müzik sesiyle birlikte depreşen duyguları yeniyordu onu.