Müzikseverlerin Yeni Türkü, Eşref Vakti ve RUBATO Gruplarından tanıdığı Fatih Ahıskalı,  Yazarımız Cem Aksu ile keyifli bir söyleşi yaptı. Ahıskalı; “Eskişehir’i çok severim. Eskişehir’de yaşayanlar denizi olmayan coğrafyanın deniz kokan insanlarıdır. İç Anadolu’nun aydın yüzüdür” dedi.

Fatih Ahıskalı kimdir? Nerelidir? Bize ailenizden bahseder misiniz?
 

1976 Antalya doğumluyum. Karadenizli bir baba ve Akdenizli bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Ailem mütevazı ve mutaassıp olarak addedilebilir. Babam şoförlük ve balıkçılık yaptı. Annem ev hanımı. Şimdi her ikisi de emekli. Benden üç yaş büyük bir ağabeyim var. O da Antalya’da solistlik yapıyor. Sülalede müzik yapan sadece ağabeyim ve ben varız. Bizden öncesi yok. Sadece babaannemin babası Tanburi Ali. (Fransız Ali) Atatürk’ün iyi arkadaşı imiş. Çok meşk etmişler. Babaannemin anlatımıyla Atatürk ciddi bir tambur sevdalısıymış.

Müziğe nasıl başladınız? Sizi müziğe ve ut çalmaya yönlendiren neydi ya da kimdi?

Bu hikayeyi daha önce anlatmıştım. Daha ben ilkokuldayken babam o zaman bir akrabamızın arabasını boyar sanayide. Parası yetişmeyince ut vermeyi teklif eder ve babam kabul eder. Eve ut böyle girdi. Ut çalmasını bilen bir aile dostumuz da eve gelip akort yapınca kapılar açılmış oldu. O dönem meraktan kapağında ut olan kasetler aldım. Coşkun Sabah ve Ergin Kızılay ilk öğretmenlerim sayılabilirler. Öyle ut dersleri almadım. Ama kulağım iyiymiş ki duyduğumu çalmaya başladım. 1993‘te konservatuarı kazandığımda biraz ut çalıyordum ama notayı iyi bilmiyordum. Bu yüzden konservatuarda çok çalışmam gerekti. Bir diğer avantajım da hür irademle kendi eğitim stratejimi kendim belirlemem oldu. Üzerimde kimsenin dayatması olmadı. Bu da açık fikirli olmama olanak sağladı.


Udun ülkemizdeki yeri ve yaygınlığı ile ilgili yorumunuz nedir? Udun makam müziği dışındaki müzik türlerinde kullanımını nasıl buluyorsunuz?


Ut her zaman sevilen bir enstrüman oldu. Özellikle popüler kültürün içinde çok tercih edilmesi bir hayli etkili bence. Şimdi klasik icracılar dediğimiz Yorgo Bacanos ve Kadri Şençalar gibi üstatlar da kendi döneminin piyasa müziğine yön verenlerdi. Sadece sanat camiasında kalayım demediler. Coşkun Sabah bir dönemin en popüler sanatçılarından biri olarak udun yayılmasında çok etkili oldu. Ben de son 20 senede yer aldığım binlerce albüm ile yeni nesle tanıtıma katkıda bulunmuş olabilirim. Dinlediği bir Tarkan, Sıla, Sezen Aksu, Kenan Doğulu gibi popüler şarkıcıların albümlerinde benim udumu dinleyip uda başlayan çok kişi var. Ut içinde bütün sesleri barındırır diğer enstrümanlar gibi. Kulağında ve kalbinde olan her müziği, tavrı ve artiküler yapıyı çalabilirsin utla. Bir ut, caza eğilim göstersin ve doğru yollardan geçsin; ut ile caz müziği bile yapabilir. Önemli olan ut ile ne yapıldığı değil; yapanın donanımı, hissi ve kabiliyetidir. İçinde olmayan bir müziği çalmaya yenilik kisvesiyle icraya tutuşursan nahoş olur. Yani sınır yok ama donanım şart.
 


Ut dışında çaldığınız enstrümanlar nelerdir? Günde kaç saat çalışıyordunuz? İyi bir müzisyen olmanın önemli kavramları nelerdir? Kabiliyetli olmak tek başına yeterli midir mesela?

Hiçbir meslekte kabiliyet tek başına yeterli değil. Hele müzikte asla yetmez. Enstrümanist isen kas hafızası yaratmak zorundasın bu da çok uzun çalışmalar demek. Kaç saat çalıştığın konusu biraz abartılıyor. 12 saat çalışınca çok iyi olacağının garantisi yok. Yol alış şekli çok önemli. Doğru bir müfredat ve çalışma prensini geliştiren biri kabiliyetliyse ve çok da çalışkansa efsane olur zaten. Bağlasan durmaz o. Kabiliyet, çalışkanlık ve zeka birleşmeli. Özgün bir ruhla kendine has olma yoluna düşülmeli. Birinin muhteşem taklitçisi olmak sanatçı yapmaz adamı. Tarza ve müfredata tıkandığınızda başka enstrümanlara da bulaşıp artiküler tavrından edinimler sağlanabilir. Maymun iştahlılığa düşmeden hedef doğrultusunda olduğunda faydası oluyor. Gitara başladığımda udu daha iyi çaldığımı fark ettim mesela. Armonik duyumum arttığı için utta farklılaşmaya başladım. Teknik olarak da yeni müfredatlar çıktı önüme. Buzuki alıp Yunan müziği çalıştığımda da yepyeni tavırlar edindim. Perdesiz Gitar, E-Bow, Cümbüş, Bağlama derken zihnimde bir hayli tavır birikti. Bestecilikte de çok etkisi var bunların. Donanım ne kadar iyiyse, sentezler o kadar gerçek ve güçlü olur. Transkriptler heyecan yaratır. Sizi dinleyen başka çalıyor, başka söylüyor, başka besteliyor der. Sen de bir tarzın başlangıcı olursun. 30 senedir buna mücadele veriyorum.

Sevgili Fatih Ahıskalı, Yeni Türkü ile yollarınız nasıl kesişti? Yeni Türkü’nün müzikal olarak sizdeki etkisi ve yeri nedir?

 

Yeni Türkü’ye 1997 Nisan ayında dahil oldum. Bir arkadaşımın tavsiyesiyle. Ut çalan ama gitara da meyilli açık fikirli birini ararlarmış. Eski ekip dağılınca Derya Köroğlu gençlerle yeni bir ekip kurmak istemiş. İlk grup tecrübemdir Yeni Türkü. Zaten bütün şarkılarını ezbere bilirdim. Müzikal edinimlerden ziyade felsefi olarak Derya abiden çok şey öğrendim. Sadece notaların insanı büyütemeyeceğini anladım.



RUBATO grubunu kurma fikri nasıl gelişti? ‘’Anadolu Müziğinin Oda Orkestrası’’ tabiri nasıl oluştu?

Sezen Aksu’ya çaldığımız dönemde gelişti. Ben zaten Eşref Vakti grubunu kurmuş ve popüler yapmıştım. Yeni heyecana girmek istedim. O şekilde başladık. Şu anda ayrıldım gruptan. Bahsettiğiniz tabir Sıla’ya birlikte çaldığımız dostum davulcu Nedim Ruacan’dan geldi. Bizim bir konsere geldi ve öyle bir paylaşımda bulundu. Ve o kaldı.

Sanat toplum için midir yoksa sanat sanat için mi yapılmalıdır? Siz hangi düşünce ile müzik yapıyorsunuz?

Sanatı sanat yapan onunla ilgilenecek bir toplum olmasıdır. Sanatı toplumdan soyutlayamayız. Şu an sanat dediğimiz her şeyin kendi dönemlerinin popüler akımları olduğunu unutmamak lazım. Klasik Türk müziği sonradan klasik oldu. Zekai Dede zamanından popüler müzikti mesela. Barok tarzı ilk doğduğunda Rönesans’tan kalan o dönemin klasikçileri bunu çok süslü bulmuşlardı. Hatta Barok kelimesi değeri en düşük siyah inci anlamına geliyordu. Yani Barok derken hakaret ediyorlardı. Bugün “oooo Barok” diyoruz. Sezen Aksu’nun geleceğin klasiği olacağından aldım gibi eminim mesela.
Ben hiçbir düşünceyle müzik yapmıyorum. Kafamı ve ruhumu açık bıraktım. Nereye giderse oraya. Sanat olsun endişem yok. Ama değerli ve hissi anlaşılır melodiler peşindeyim. Sanata düşerse sanat olsun, ya da sevilsin birkaç gönüle değsin. Hepsi kabulüm.

 


Kendi besteleriniz var mı? Enstrümantal besteler mi bunlar? Sözlü eserler besteliyor musunuz? Beste yaparken hangi duygu sizi besler?

Enstrümantal eserlerim de var, sözlü eserlerim de. Bunlar arasında çok bilinenler de var. Yan Benimle, Saki, Tekirdağ’ın Üzümü, Çeyrek Gönül, Yoldan Çıktım, Hasanım gibi. Bazılarını eğlenerek bazılarını da çok hissederek yazdım. Kimini piyano ile kimini gitar ile kimini de ut ile besteledim. Enstrümantal olarak kendi bestelerimden oluşan Akide isimli bir albümüm de var.

Elektro ut tasarlamak nereden aklınıza geldi? Şu anda birçok müzisyen bunu kullanıyor. Aslında iyi de olmuş. Fikir babası olarak, bu tasarımın her geçen gün daha da yaygınlaşması ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Aklıma gelmedi aslında, ihtiyaçtan doğdu. Benden önce kimsenin buna öncülük etmemesi asıl sorulması gereken soru. Ben çizimi yaptım, nasıl olmadı gerektiğini anlattım ve bunun büyük bir ihtiyaç olduğuna ikna ettim. Gerisi bildiğiniz gibi. Bundan bir kazancım da olmadı. Ama çoğu müzisyen beni böyle tanıdı. Özellikle Türk müziği ve uda yakın olmayanlar. Çünkü Godin firması her müzisyenin bildiği çok büyük bir şirket idi. Nasıl becerdiğim soruldu hep. Sadece iletişime geçildi. Bunun ile ilgili Amerika’da yaşayan dostum Mehmet Delikanlıoğlu’ndan yardım aldım. İyi bir ingilizce olmadan ciddiye alınmayı bekleyemezdim. Beni ittiren de biraz oydu. Sonra bana köprü oldu. Beraber Kanada’ya gittik.

Pandemi sonrasında yeni projeleriniz nelerdir?

İlk önce ruh sağlığımı korumak. Gerisi gelir zaten. Şunu çok iyi biliyorum. “Eşref Vakti” ve “Rubato” gruplarını kurduktan sonra bir daha grup kurmayacağımdan eminim. Yeni bir ekibim var ve çok mutluyum. Kendi ismimle sahne alacağım. Albümler yapacağım.

Eskişehir’e daha önce geldiniz mi? Nasıl buldunuz şehrimizi?

Çok geldim. Eskişehir’i çok severim. Eskişehir’de yaşayanlar denizi olmayan coğrafyanın deniz kokan insanlarıdır. İç Anadolu’nun aydın yüzüdür. Odunpazarı’ndaki Cumbalı evler. İstasyon Caddesi’nde yürüyüş. Çibörek. Kültür-sanatın yaşadığı şehir. İç Anadolu’da yaşayabileceğim tek yer. Müthiş bir şehir bence.