Tüm dünya olağanüstü bir dönemden geçiyor. Salgın bir taraftan her yanımızı sarmışken diğer taraftan kuraklık tehlikesi ile karşı karşıyayız, yer altı su kaynaklarımız tükenme noktasına geldi. Tarım, tohum, toprak, su ve temiz havanın geleceğimiz için ne kadar önemli olduğunu her zaman söyledik, şimdi daha yüksek sesle tüm dünya söylüyor.

Peki, biz ne yapıyoruz?

İki dünyamız varmış gibi tüketiyoruz! Hem de doymak bilmeyen bir iştahla, geleceğin kaynaklarını dahi şimdiden tüketiyoruz. Üzülmemek, kayıtsız kalmak mümkün mü, asla! Bir mücadeleden çıkıp bambaşka bir mücadele içinde buluyoruz kendimizi. İnsan kendisine aş veren, su veren doğaya taşla, kürekle, inşaatla karşılık veriyor…

Doğal dengeyi bozmaktaki ustalığımız sayfalarca yazılabilir. Ortada geleceğimizi tehdit eden birçok konu var ancak bugün bu büyük sorunlardan birisi olan “kuraklık” üzerinde durmak istiyorum. Dünya Meteoroloji Örgütü'nün yayımladığı Küresel İklim Durumu Geçici Raporu'na göre 2020, son 10 yılın en sıcak yılıydı. Mevsim normallerinde beklenen yağışların yağmaması ve barajlardaki suların azalması nedeniyle Türkiye genelinde kuraklık sıkıntısı baş göstermeye başladı. Bugünlerde yağışlar başlayınca “kuraklık bitti” diye sevinmek, tasarrufu elden bırakmak yersiz ve tehlikeli. Yağış rejiminde büyük değişiklikler var. Uzmanlar, böyle giderse su kaynaklarının ülkemizde 2050 yılına kadar büyük oranda azalacağı ve Türkiye’nin kurak bir iklime geçiş yapacağı konusunu sıklıkla belirtiyorlar. Diğer taraftan şehrimiz genelinde bulunan göletlerin doluluk oranları da ciddi boyutta azaldı.

Elbette bu soruna karşı kayıtsız kalmayacağız, kaynaklarımızın eriyip gitmesini izlemeyeceğiz. Eskişehir Kent Konseyi’nde yıllardır sularımız ve sularımızın geleceği için çalışmalar yürütüyor, konu hakkında vatandaşlarımızın da içinde yer alacağı projeler üretmeye gayret ediyoruz. Kuraklık sinsi bir şekilde ilerleyen, oldukça yıkıcı ancak etkileri zamanla ortaya çıkan bir afet olduğu için belki de çok dikkate alınmıyor. İklim krizinin sonuçlarını şimdilerde daha net görmeye başladık. Tablo korkunç… Bu büyük sorunun çözümü için bireylerin farkındalığı, kurumların duyarlılığı ve hükümetlerin kararlılığıyla hareket edilmeli. Sivil Toplum Kuruluşları da bu gelişimi destekleyici projeler üretmeli, araştırmalar gerçekleştirmeli ve karar vericileri etkileyecek yaklaşımlar geliştirmelidir. Hep birlikte hareket edersek kayda değer bir değişimin yaratıcısı olabiliriz.

İnsan kaynaklı iklim değişikliği kuraklığı hızlandırıyor

Kuraklık, hem doğal hem insan kaynaklı faktörlerin tetiklediği olaylara güzel bir örnek. Tarımda hedef ve vizyonunuz yoksa suyu kullanmasını da bilmiyorsanız ve yüzde 70'den fazlasını boşa akıtıyorsanız, inşaat sektörünü kontrol altına alamıyorsanız, bunda iklimin ya da doğanın suçu nedir? Şehrimizde de sık sık karşılıyoruz; kuraklıkla birlikte baraj kenarları çevresinde kirlilikle de mücadele ediliyor. Tüketim alışkanlarımız, su kaynaklarımızı hoyratça kullanmak kuraklığın şiddetini arttırıyor. Sürdürülebilir bir dünya düzeni için tüm canlıların hayatlarından sorumlu olduğumuzun bilincinde olmalıyız. Kuraklığın ekonomik ve çevresel yönde baskılarını azaltma yönünde tedbir almalıyız. İklim değişikliği ve kuraklık ile ilgili bir farkındalık oluşturmamız elzemdir. Böyle devam edersek, ileride yaşanabilir bir dünya kalmayacak ve sandığımız gibi ikinci bir dünya da yok…