“İstediğin kadar saksağanı vur vurabilirsen ama unutma, bülbülü öldürmek günahtır.”

***

Yeni yetme zamanlarımda okuyup da unuttuğum bir romanı, Harper Lee’nin “Bülbülü Öldürmek” adlı eserini farklı bir yaşta, farklı bir lezzet alarak yeniden okudum. Yazarın betimlediği, belleğime hiç de yabancı gelmeyen tarihsel manzara ve toplum yapısı okudukça tanıdık geldi bana.

1930’ların Amerika’sının en önemli sorunu olan “ırkçılık” ele alınmış kitapta. Küçük bir kızın dilinden, sade ve anlaşılır bir üslupla yazılmış.

Yufka yürekleri hemen kuşatabilecek bir kurguya sahip.

Tam olarak “utancın ve umudun kitabı” diyebilirim.

***

Başında çocuk romanı tadında başlayan anlatım, giderek dünyada yayılmakta olan ayrımcılık, ırkçılık, cinsiyetçilik gibi sarp yollarda ilerlemeye başlıyor. Anlatanı, okulda Hitler’in yaptıklarını kötü ve acımasız olarak gören ama kendi toplumlarında beyazların siyahlar üzerine kurdukları üstünlüğü görmezden gelen anlayışı sorgulayan bir çocuk olunca da, çocuk aklının sadece mantıklıyı ve doğruyu aradığını hissedebiliyoruz.

Tüm bunların içinde avukat Atticus haksızlığa baş eğmeyen, önyargılardan uzak, insanları olduğu gibi kabul eden, empati yapmayı ödev bilen, meslek ilkelerine bağlı, çocuklarına da bunları aşılamaya çalışan, sabırlı, kararlı, sağlam ve güçlü bir karakter olarak karşımıza çıkıyor.

Sonunda başına gelebilecekleri bile bile haksız bir tecavüz suçuyla yargılanan zenciyi savunma görevini almaktan çekinmiyor; yaşadıkları, durumu çocuklarına yansıtma şekli kitabın anayoluna döşenmiş taşları oluşturuyor adeta.

Kitabın başından itibaren avukat Atticus ve çocuklarının yaşadıkları dünyanın içine giriyor, kişileri kanlı canlı yanında hissediyor insan.

***

Konu ırkçılık üzerinden ilerliyor ama ders çıkarılabilecek başka yönler de var.

Ayrımcılık ve ırkçılık yapanların yanı sıra, insanların da birçok toplumsal olayda takındıkları önyargıyla donanarak -sözde karşı oldukları- ötekileştirme anlayışını sıradan ve olağan hale getirişlerine tanık oluyoruz. Tıpkı çağımız insanlarında olduğu gibi…

Gerçek suçlu bilinmesine rağmen baskı altında suskunlaşmış, vicdanı körelmiş insanlardan oluşan toplumun sergilediği “sürü psikolojisi” gözden kaçmıyor.

Bu sisli ortamda birkaç onurlu ve dürüst insanın mücadeleci ruhunu takdir ediyor, olayların çocuk dünyasına olan yansımalarını da ibretle izliyoruz.

***

Kitabın orijinal adı: To Kill A Mockingbird.

İşin erbapları kitabın adında çeviri problemi buluyor nedense. Meğer İngilizce’de bülbül Mockingbird değil, Nightingale imiş. Bir yerlerde Mockingbird’ün, dilimize “alaycı kuş” falan diye çevrilebileceğini okumuştum galiba.

Çaptan düştük diye arayanımız, okuyanımız olmasa da, imdadımıza yetişebilecek, açıklamalarıyla duruma açıklık getirtebilecek kadar genç edebiyatçı dostlarımız var elbette.

Türk kültüründe bülbülün farklı bir yeri vardır. Güzel sesli bir kuş olduğu için değeri büyüktür ve kültürümüzde gül/bülbül hikâyeleri çoktur. Mockingbird ifadesine karşılık gelecek bir kuş adı Türkçe’de bulunmadığından bülbül tercih edilmiş çevirmeni tarafından.

Bunu şöyle açıklayabiliriz sanırım. Ahmet Haşim, Piyale adlı eserinin önsözünde ‘şiiri anlamak için şiiri deşmek, bülbülü eti için öldürmeye benzer’ der.

Önemli olan şiirin sesini duymaktır, tıpkı bülbülün sesini dinlemek gibi. Tamamen doğal bir sanat yapan bülbülü etini yemek için öldürürseniz, sanatta anlam kaybolur.

Başlığı ve Ahmet Haşim’in cümlesini, kitabın içeriğiyle ilişkilendirdiğimizde, çok güzel anlamlar çıkıyor. Kitapta da bülbül (insan, hem de bir siyahî) var çünkü. Farklı bir ses, eti için öldürülmek isteniyor.”

İşte buuuu!

***

Harper Lee, Pulitzer ödüllü bir yazar.

Tek romanı Bülbülü Öldürmek’i yazdıktan sonra uzun yıllar münzevi bir hayat yaşamış, 55 yıl sonra devamı niteliğinde “Tespih Ağacının Gölgesinde” adlı bir roman daha yazmış.

Sonuçta “Bülbülü Öldürmek” Harper Lee’nin yazdığı iki kitaptan birincisidir ve filme de alınmıştır.

Bazıları modern klasiklerden saysa da, bana göre tam klasik tadı veren bir eser. Okurken başlarda sabırlı olmakta yarar olduğuna inanıyorum. Yarısına kadar vasat bir anlatıma sahipken, diğer yarısında insanı kendine sıkı sıkıya bağlıyor çünkü.

İlginç değil mi? Bu kitabı okurken de hakkında onlarca kitap yazılan ırkçılığın, ayrımcılığın bizzat yönetenler tarafından körüklendiği günümüzde, insanların geçmişten ders almadıklarını açık seçik görebiliyoruz.

Çevremizde hoşgörü arıyoruz, masum ve temiz duygular arıyoruz.

Bülbül gibi çevresine sevgi melodileri saçacak diller, yürekler arıyoruz.

Bu duygular içinde Bülbülü Öldürmek’in sevilerek okunacak bir kitap olduğunu güvenle söyleyebilirim.

***

“Yalnızca tek bir insan türü varsa, o zaman neden hiç geçinemiyorlar? Hepsi birbirine benziyorsa, niçin özel bir çaba harcayarak birbirlerini aşağılıyorlar.”