Gazete tadında hazırladığımız İş, Yaşam ve Politika Dergisi Haberes’in altıncı (Ekim) sayısı ile karşınızda bulunmaktan gurur duyuyoruz. 8 Mayıs 2020’de yayına başlayan Haberes ilk beş sayısıyla Eskişehir’in gündemine damgasını vurdu. Dergicilikte getirdiğimiz yeni soluk ve kalite sayesinde meslektaşlarımızın yaptıkları işlere örnek olduğumuzu görmek bizleri mutlu etti. Tabi ki herkes iyi ve kaliteli olanı örnek alacak. Kötüyü değil. Ülkemizin ve kentimizin pandemi nedeniyle büyük sıkıntı yaşadığı bir ortamda her ay kaliteden asla taviz vermeden altı ay düzenli olarak Haberes dergisini çıkarmak herkesin altından kalkabileceği bir şey değildir. Ne mutlu ki biz bunu başardık. Kaliteyi tercih edip dergimize ilan veren değerli firmalarımız sayesinde bunu başarmaya devam edeceğiz.

Haberes okuyucusundan aldığı güçle her yeni sayı daha iyiye, daha güzele ulaşarak; “Eskişehir’de çıkan Türkiye’nin dergisi” olma hedefine doğru emin adımlarla ilerliyor.  Haberes,  gündem yaratan özel haberler, kentin kanaat önderleri, sanatçılar, sporcular ile yapılan röportajlar, araştırmalar ve nitelikli yazarların yorumlarıyla Eskişehir’in değerlerine sahip çıkmaya devam edecek. Doğrunun, emeğin, alın terinin, iyinin, güzelin yanında olacağız. Yanlışın, hırsızın, arsızın, ahlaksızın ve çok sevdiğimiz kentimize kötülük etmek isteyenlerin her zaman olduğu gibi yine karşısında yer alacağız.

Dijital ortamda da kurduğumuz hayalleri gerçekleştirerek; internet haberciliğinde de doğru, dürüst, hızlı ve etkili haberciliğin adresi olacağız. 60 yıl önce kanlarını satarak, tiyatro kuran gençlerin 40 yıl sonra Eskişehir’i tekrar sevgilisiyle buluşturmasının öyküsü Haberes’in Ekim sayısında yer alacak. CHP’nin başarılı milletvekili Utku Çakırözer’in röportajı Politika bölümümüzde yer alacak.  ‘Soyadı’ gibi Çalışkan kişiliğiyle öne çıkan AK Parti’nin Eskişehir İl Başkanı Zihni Çalışkan’ın Haberes’e yaptığı açıklamalar kentte büyük yankı yaratacak. Tepebaşı Belediyesi, REMOURBAN - Akıllı Kentsel Dönüşümün Hızlandırılması Projesi’nin uygulama merkezi olan Yaşam Köyü’ndeki çalışmalarını tamamlandı. Tepebaşı’nın dünya gururu olan bu proje tüm yönleriyle HaberesEkim sayısında.

Sevilen Sanatçı Deniz Arcak ile Cem Aksu röportaj yaptı. Arcak; “Bayılıyorum ben Eskişehir'in dokusuna ya. Nefis bir belediye başkanınız var bence. Keşke bütün Türkiye'nin Belediye Başkanı olsa diyebileceğim bir başkanınız var. Hastasıyız Büyükerşen’in” dedi.Eskişehirspor altyapısından yetişen ve Avusturya’nınLASK Linz takımına transfer olan Metehan Altunbaş, Anıl Aksoy’a çarpıcı açıklamalarda bulundu.  Eminim, “Avusturya’nın Metehan’ı”  başlıklı röportajı bir solukta okuyacaksınız.  Eskişehir Spor Basınının Araştırmacı Yazarı Osman Bahadır Cemoğlu Eskişehirspor’un Efsane Kaptanı İsmail Arca’yı kaleme aldı. Yazıişleri Müdürümüz aynı zamanda Yaşam Koçu olan Ayça Arslan Ballı’nın ‘Hayatı İzlediğimiz Pencere Değiştiğinde Baktığımız Şey De Değişir’ adlı yazısını beğeniyle okuyacaksınız. LÖSEV Eskişehir Halkla İlişkiler Sorumlusu Yasemin DurukanEkim ayının STK konuğu oldu.  Prof. Dr. Demet Özbabalık Adapınar, sırtında eski, buruşuk bir pardösü, dağınık bir saç, şaşı bakan gözler ve elinde yanmayan bir puro ile gezen dedektif Colombo’yu kaleme aldı. Ayhan Kavas Eko-Gündem köşesinde kaleme aldığı birbirinden güzel beş yazıyla siyaset ve ekonominin gündemini tuttu. Sedat Halaç Haberes Ekim sayısında geri dönüşümde çalışan insanların ekonomik sorunlarını masaya yatırdı. Eğitimci Yazarımız Tarık Sayer; “Özel Okul mu Devlet Okulu mu?” yazısıyla yaptığı karşılaştırmalarla veli ve öğrencilere rehberlik ediyor.  Tabiat Yazarımız Emir Özay, ‘Kuşlar İçin Göç Zamanı’nı yazdı.  Eğitimci Yazarımız İsmet Beceriklican ‘Dünya Edebiyatı Başyapıtı Sefiller’i sizler için yorumladı. 

Mimar Yazarımız Eşref Taner İlerde “Yılın Uluslararası Projesi” OMM (Odunpazarı Modern Müze) Üzerine Bir Değerlendirme yazısı yazdı. Astrolog Yazarımız Handan Erkol Oran  ‘Sistemin Dengesi Nazik Kibar Terazi Burçları’nı kaleme aldı. Tabi ki sizler için kaleme aldığım Görünüm’de zengin içeriyle yeni sayımızda.  Bir muhabir heyecanıyla, genç ve dinamik ekiple gazete tadında hazırladığımız dergimizin Ekim (altıncı) sayısını beğeneceğinizi umuyorum.

/////////

Küçüklüğümün İdealist Öğretmenleri

Demokratikleşme Paketi çerçevesinde kamuda başörtüsü yasağı kaldırıldı. Emniyet, TSK ve Yargı bu kuralın dışında tutuldu. 2015’te Hakim ve Savcıların, 15 Temmuz hain darbe kalkışması sonrasında da Emniyet mensuplarında türban yasağı kalktı. Evet tüm kamu kurumlarında türban yasağı kalktı. Ancak erkek personellerle ilgili kılık kıyafet yönetmeliğinde herhangi bir değişiklik olmadı. Bu yönetmeliğe göre erkek personeller sakalsız, kravatlı bir şekilde işyerlerine gelmesi gerekiyor. Uzun saçlı ve küpeli olmamalı isteniyor. Ancak türban yasağının kalkmasını bahane gösteren erkek personeller uzun zamandır devlet kurumlarında kılık kıyafet yönetmeliğine aykırı hareket ediyor. Kamu kurumlarının yöneticileri ile Valilik bu durumu yıllardır görmezden geldiği için yönetmeliğe uymayan personel sayısı giderek artıyor. ‘Madem türbana izin çıktı. Bende uzun saçlı, sakallı, kravatsız işe giderim’ mantığı giderek hakim oluyor. Eskiden bir devlet memuru kılık kıyafeti, saçı tıraşıyla diğer meslek gruplarından ayrılırdı. Okullarda, hastanelerde 112 Acil Servis ambulanslarında uzun saçlı, çember sakallı, top sakallı, at kuyruklu, küpeli, kravatsız memur, öğretmenlerin çalıştığını görüyoruz. Hatta halk olarak buna alışmaya başladık. Madem takan yok, kılık kıyafet yönetmeliğini kaldırın gitsin.
YAKINDA SARIKLA GİRERLER
Özel eğitim kurumlarına gittiğinizde tüm personelin kılık kıyafet yönetmeliğine uygun şekilde giyindiğini görüyorsunuz. Orada çalışan erkek öğretmenlerin hepsi tıraşlı ve kravatlı. Devlet okullarına gittiğinizde saçı ve sakalı birbirine karışmış küpeli veya IŞİD kılıklı öğretmenlerle karşılaşıyoruz. Korkarım bu böyle giderse yakında okullara ve diğer devlet kurumlarına erkek personel sarıkla veya şortla gidecek. Müşteri memnuniyetine önem veren özel okullarda kılık kıyafet yönetmeliği neden uygulanıyor? Çünkü para verip, bu okullara çocuklarını kayıt ettiren veliler böyle olmasını istiyor. Devlet okullarına çocuklarını yazdıran veliler bunu istemiyor mu? Tabii ki onlar da böyle olmasını istiyor. Öğretmenlerin meslek saygınlığına uygun şekilde derslere girmesini bekliyor. Ama buna güçleri yetmiyor. Çünkü İl Milli Eğitim Müdürlüğü kılık kıyafet kanununu takmayan öğretmenlere hiçbir yaptırım yapmıyor. Özellikle liselerde öğretmenler okula sakallı ve uzun saçlı girerlerse, o okulda disiplin sağlanır mı? İlimizdeki okul müdürleri, hastane yöneticileri kılık kıyafet yönetmeliğine aykırı hareket eden personeller hakkında niye işlem yapmıyor? Eğitim işkolunda eğitimcilerin ekonomik ve sosyal kazanımlarını geliştirmek amacıyla faaliyette bulunan sendikalarda bu kuralsızlığa çanak tutuyor. Maalesef ilimizdeki okul müdürlerinin büyük çoğunluğu da bu yönetmeliğe uymayarak, astlarına iyi örnek oluyor(!) Öğretmenlerinden cesaret alan öğrenciler de sakallı, uzun saçlı, küpeli ve dağınık şekilde derslere giriyor. Kılık kıyafet yönetmeliğini hiçe sayan bazı müdür ve öğretmenlerin, “Okulda disiplin kalmadı. Öğretmenin öğrenciye saygısı kalmadı. Bir öğrenciyi azarladığımızda hemen velisine bizi şikayet ediyor” diye dert yandıklarına çok şahit oldum. Ben de onlara, “Siz kılık, kıyafetinizle, saç, sakalınızla ve hitabetinizle öğrenciler gözünde saygınlığınızı yitirdikten sonra kimi kime şikayet ediyorsunuz” diyorum. Onlar hala ‘Sivil itaatsizlik eylemi’ yaptıklarını söyleyerek demokratik tavır takındıklarını belirtiyor. Ne yazık ki yaptıkları yüzünden okullarda ‘disiplin’ diye bir şeyin kalmadığının farkındalar.
‘O GÜZEL ATLARA BİNİP GİTMESELERDİ’
‘Okul bahçesinde nöbet tutmam. Bu benim mi görevim güvenlikçi tutsun.’ ‘Benim ders programını iki güne yayın. Üç gün okula gelmeyeyim. Böylece özel derslerden para kazanayım’ ‘Ne ya burası askeriye mi? İstediğim kıyafette okula giderim. Bana sakal da at kuyruğu da çok yakışıyor’ zihniyetindeki eğitimcileri gördükten sonra o küçüklüğümdeki idealist öğretmenlerini özlüyorum. Bu güzel insanlar fazla para kazanamadıkları için hep aynı ceketi giyerlerdi. Ama hiç ütüsüz okula gelmezlerdi. Yüzleri tıraşlı, ayakkabıları boyalıydı. Bu halleriyle sadece öğrenci ve velilerin değil, ikamet ettiği tüm bölge halkının saygınlığını kazanırlardı. Okul bahçesinde kendilerine emanet edilen çocuklara göz kulak olmak onlar için angarya değildi. Çünkü onları öğrenci olarak değil, kendi çocukları gibi görüyorlardı. Teneffüslerinden fedakarlık yaparak, derslerinden geri kalmış öğrencileri çalıştırırlardı. Derslikteki sobayı da onlar yakardı. O tarihlerde de hizmetli sayısı azdı. Kendilerine emanet edilen çocukların sıcak ve hijyenik ortamda eğitim görmesi için her türlü fedakarlığı yaparlardı. Tıp Fakültesi mezunu olmayan doktorluk yapabilir mi? Mimarlık Fakültesi mezunu olmayan mimarlık yapabilir mi? Öğretmen Okulları ve Eğitim Fakültesi mezunları dışında kimse öğretmenlik yapmamalı. Herhangi bir üniversiteyi bitirip, iş bulamayanları öğretmen yaparsanız, idealizmi bitirirsiniz. Ne diyeyim? Benim çocukluğumdaki ‘O idealist güzel insanlar o güzel atlara binip gitmeselerdi.’ (NOT: Bu yazımda yer alan fotoğraf 1982 yılına ait. 38 yıl öncesine ait fotoğrafta Yavuz Selim İlkokulu’nda Öğretmenin Zekai Erakçora ve sınıf arkadaşlarımla birlikteyiz. Başta İlkokul Öğretmenim Zekai Erakçora olmak üzere bana emek veren tüm öğretmenlerime saygılarımı sunuyorum.)

///////

VALİ’Yİ GÖREVDEN ALIN

Yıl 1927. Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla balo veriliyor. Kastamonu Valisi salona giriyor. Herkes ayakta ancak genç bir öğretmen Valinin geldiğini geç fark ederek en son ayağa kalkar. Vali Bey bu olayı görür ve balo bittiğinde Milli Eğitim Müdürünü yanına çağırır. Milli Eğitim Müdürü öğretmenin iyi niyetli olduğunu söylese de Vali olayın peşini bırakmaz. Olay Bakanlığa yansır. Milli Eğitim Bakanlığı da Valinin bu olaya fazla alınganlık gösterdiği kanısına varır. Bu durum görüşülürken, Gazi Mustafa Kemal Atatürk bakanlıktadır. Yetkililer kendi aralarında konuşurlarken Atatürk ‘neler oluyor’ diye sorar? Olayı anlatırlar ve dediği şudur; “Hemen Valiyi görevden alın. Yapılacak bu kadar işimiz varken genç bir öğretmenle uğraşan Valiyle bir yere gelinmez.”Büyük Önder’in bu sözlerinin üzerinden tam 93 yıl geçti. Bugün değil Vali, siyasi parti yöneticileri, Milli Eğitim ve yandaş sendika yöneticileri de öğretmenle uğraşıyor. En iyi okullarda ‘İktidarın görüşlerine uygun nesiller yetiştirmek’ adına yandaşlar göreve getirilirken, yıllarca başarıyla devlete hizmet vermiş eğitimciler mağdur ediliyor. Kadrolaşmada sınır tanımayan Milli Eğitim Bakanlığı ‘Proje Okulu’ bahanesiyle başarılı öğretmenleri çeşitli okullara dağıtırken, onların yerlerine ‘torpilli eşlerin’de bulunduğu atamalar gerçekleştirdi. Sınav kazanarak Anadolu Lisesi öğretmeni olan eğitimciler mahkemeleri kazanmalarına rağmen eski okullarına döndürülmedi. Yanlış politikalar yüzünden ülke eğitimi yaz-boz tahtasına döndürüldü. ‘Adalet’ kavramı hiçe sayıldı. Artık en gözde okullarda görev alacak öğretmenlerde ‘nitelik ve liyakat’ değil, ‘yandaşlık’ aranıyor. Genç bir öğretmenle uğraştığı için Vali’nin görevden alındığı Atatürk Türkiye’si bugün ne hallere gelmiş? Kimse hala farkında değil!...

//////////

NOSTALJİ

ESKİŞEHİRLİ BAKAN OĞUZ DEMİRELLERLE

Yıl 1970. Başbakan Süleyman Demirel, eşi Nazmiye Demirel bir mitingde dönemin Eskişehirli Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Orhan Oğuz ile birlikteler. 1969 Ağustos’unda Adalet Partisi’nin (AP) Eskişehir’de yapılan önseçiminde dönemin Devlet Bakanı Seyfi Öztürk’ün ardından ikinci olan Oğuz, 12 Ekim 1969’da yapılan seçimde Eskişehir Milletvekili seçildi. AP oyların yüzde 46,53’ünü alarak tek başına iktidar oldu. O seçimde Adalet Partisi Eskişehir’den 4, CHP ise 2 milletvekili çıkardı. Orhan Oğuz 46 yaşında Milli Eğitim Bakanı oldu. Oğuz, Bakan olduğunda Türkiye’de sadece 6 üniversite vardı. Yeni bir kanun tasarısı çıkartarak, Sakarya, Konya, Eskişehir ve Bursa’da mühendislik ve mimarlık yüksekokullarını açtı. Bu okullar zaman içerisinde akademiye dönerek hepsi birer üniversite oldu. Eskişehir Ziraat Enstitüsü’nü ve Adana Tıp Fakültesi’nin kurulmasını sağladı. 12 Mart 1971 Muhtırası ile AP Hükümeti istifa etti. Oğuz, 14 Ekim 1973’de tekrar milletvekili seçildi. AP seçimde başarısız oldu. Orhan Oğuz, daha sonraki yıllarda ‘En büyük pişmanlığım’ dediği şeyi yaparak, Demirel’in karşısında AP Genel Başkan adayı oldu. Ancak kendisine destek sözü veren milletvekili ve senatörler, kongrede onu yalnız bıraktı. Genel Başkan seçilemedi. Orhan Oğuz 1983 yılında İstanbul Marmara Üniversitesi’ni kurdu.

///////

FIKRA

‘İKİ REKAT KILDIRMAKLA MÜSLÜMAN MI OLDUK?’

Adam elinde bir bıçak ile camiye girer: “Ey cemaat içinizde Müslüman olan var mı?” diye bağırır. Herkes susar. Ancak yaşlı bir amca kalkar “Ben varım” der. Bıçaklı adam amcaya, bir dakika dışarı gelir misin diyerek koluna girer camiden çıkarlar. Biraz ötede bağlı bir koyunun yanına gidip, “Amca; bu kurbanı kesmeme yardımcı olur musun, İslami, kurallara uygun keselim” der. Amca koyunu kesmeye başlar. Yaşlılık bu ya her taraf kan olur. Amca; “Oğlum yoruldum camiye git başka birini bul” der. Adam elinde kanlı bıçağı ile camiye girerek bağırır. “İçinizde başka bir Müslüman var mı ?” Yaşlı amcayı götürüp kestiğini zanneden cemaat ses çıkarmaz, ama topluca dönüp imama bakarlar. İmam “Ne bakıyorsunuz ulan, iki rekat namaz kıldırmakla Müslüman mı olduk?” der...

//////

ÇİVİ

“Bir dilencinin yoksulluğundan olduğu kadar, bir sarayın zenginliğinden de uzak durmalısın.”Horatius